24 Nisan 2016
Yeniden Roma. Dün geldim. İlk kez neredeyse 30 yıl önce uğramıştım. Floransa'da kalıyordum.. O derecede benzeşiyorlardı. Dolaşmış, müzelere gitmiştim. Bir gece, dönerken, istasyona gelmiş, grev patladığını, trenlerin çalışmadığını görmüştüm. Ne kadar güzel, sıcak, aydınlık, berrak ve mavi günlerdi. Bu defa soğuk. Dün öğleden sonra Piazza del Poppolo'da otururken şakır şakır yağmur yağdı. Kalktık. Akşam bir eve yemeğe davetliydik. Sadece on kişilik masadan ibaret bir oturma odası desem yeridir. Üstelik bir büyük avluda yan yana sıralanmış birbirinin aynı binaları görünce şaşırdım. Meğer 1901 yılında yapılan ilk sosyal konutmuş bu. Ama müthiş bir teras ve Roma manzarası.
SIENNA SARISI VE KİREMİT RENGİ
İşte mesele o: Nedir Roma manzarası? Havaalanından şehre girerken bir ormandan geçtiğini sanıyor insan. Her yer yeşil. Alabildiğine yeşil. Sonra büyük yapılar. Sonra o yapıların yıprak, dökük, kabarmış duvarları. Sonra Siena sarısı, kırmızıya çalan kiremit rengi. Sonra serviler. Göründüğü yerde gene kırmızı toprak. Meydanlar. Gene meydanlar. Çeşmeler, gene çeşmeler. Roma ve manzarası bu. Teraslar şehri Roma. Gidip Davut'u görmek istedik. İlk gittiğimizde kilise kapanıyordu, gün ortasıydı. Bir daha gittik, ucu ucuna zor yetiştik. Çünkü, Roma turu yapmış ve uzun bir öğle yemeği yemiştik. Pazar günü, sessiz meydan, lokanta ve içe dönüş. Roma biraz da bu. Davut her zamanki öfkesiyle bakıyor. Freud, Michelangelo'nun Peygamberi, gökten inip, kavminin Altın Buzağı'ya tapındığını görüp öfkeden çıldırdığı, koltuğunun altındaki, On Emir'in kazındığı tabletleri kırmadan hemen önceki o anda gösterdiğini söylüyor. Onun yazdığı çoğu şeye inandım. Ama önemli değil. Önemli olan, bizde 'Tanrı' dediğimizde aklımıza gelen 'ikonik' görüntüyü yaratması, tüm o sakalları, güçlü elleri, fiziğiyle. Bütün bir günü ve Roma'yı dolduracak kadar güçlüydü Musa.
26 Nisan 2016
MAXXI VE ÇAĞDAŞ TÜRK SANATI
On yıl önce buradaydım. Geçenlerde yitirdiğimiz Zaha Hadid'in, zorluklarla inşa edilmiş bu müzesi açılıyordu. Kutluğ Ataman'ın toplu sergisi olacaktı. Katalogda benim de yazım vardı. Davet etmişlerdi. Açılışta Füsun (Eczacıbaşı) ile karşılaşmıştık. Hadid onun yakın dostuydu. Epey sohbet etmiştik. Şimdi büyük bir güncel sanat sergisi var, Türkiye'den. Hayli politik bir sergi. Konusuna, seçimlerine katılıp katılmamak, küratoryal yaklaşımını benimsemek-benimsememek ayrı bir mesele. Ama bakınca, itiraf edeyim ki, çok sıradan, çok özensiz veya çok hantal, her iki nedenden ötürü kendisini ifade edemeyen, çocuksu ve derme çatma işlerin yanı sıra, güçlü, iyi temellendirilmiş, yetkin yapıtlarla sergi bir bütün olarak yerli yerine oturuyor. Hacimli, kütleli, dolgun bir sanatın varlığına tanıklık ediyor bu sergi. Elbette çok etkileyici bir güncel sanat var Türkiye'de. Onu gösteriyor bu sergi. Hatta daha da fazlası var Türkiye'de. Sorunları olsa bile bu sanatın önemini ve değerini bilmek şart. Daha çok düşünmek gerekiyor üstünde, daha çok çalışmak. İlginç olanı şu ki, sabit koleksiyona baktık ve gene 1960'lardan işlerin önünde durduk. Hala aynı şeyi düşünüyorum, 1960 ve 1970'lerin sanatı dönemeçtir. Artık Kübist resme bakamıyoruz, o sahada bir tek, evet bir tek, Avignon'lu Kızlar var bugün de çekici olan. Gerisi eskil duygular veriyor bize. Ama her zaman Arte Povera'yı çok sevdim. Duchamp'tan sonra onun açtığı çığırın bizi bugüne taşıdığını düşündüm. MAXXI onu bir daha kanıtlıyor. Küçük meydanlar, kafeler, bir dönemeç dönünce karşımıza çıkan Colosseum ve neredeyse vahşi diyeceğim görüntüsü, serviler ve sularla Roma bu defa da bitti.
26 Nisan 2016
CARAVAGGİO VE MİCHELANGELO
Dün Caravaggio ile başladı, bugün Michelangelo ile bitti. Fransız kilisesinde üç tane duvar resmi vardır Caravaggio'nun. Gidip onları gördüm, yeniden. Borghese'ye gidebilseydim, orada da epey işle karşılaşacaktım. Bu üç resim bence onların özetidir. 2010 yılında bu kente gelip nefis bir hafta geçirdiğimde de akıl almaz genişlikte bir Caravaggio toplu sergisi görmüştüm. Kuşkusuz çok etkileyici, çok güçlü, yaşantısıyla da ilgi toplamış bir sanatçı Caravaggio. Gene de birkaç resminin ötesinde beni o derecede sarmıyor. En sevdiğim yapıtı İsa'nın Toprağa Verilişi'dir. Orada Baroğun renk paletinden, katı üslupçuluğundan kurtulup resmi harekete yaslar. Asıl macera Sistine. Asıl macera Belvedere Gövdesi. Evet, önce onu gördüm. Gene etrafında dolaştım, gene yanından ayrılamadım. Michelangelo usta haklı, o yarım haliyle sonsuzca tam ve eşsiz güzellikte. 'Heroic' yani destani, yani anıtsal bir yapıt bu.
TUTKULAR YOKLUYOR MU?
Sonra 25yıl arayla yapılmış iki büyük 'anlatı': Sistine'nin tavanı ve duvarı. Kaçıncı görüşüm, bilmiyorum. Her zamanki gibi, bekleyip, cepheden bakınca resmin sol köşesine denk gelen banka oturup 'seyrettim'. Yıllar geçtikçe duygularım değişiyor mu, ilk gördüğümde yaşadığım büyük duygu yoğunluğu artık yok mu diye düşündüm. Gençliğe inanırım. Her şeyin gençlikte 'büyük' yaşanacağını bilirim. Yaş başka duygular getiriyor. Gene de bana gençliğimi yaşatıyor bu resimler. Zaten mesele o. Bu resimler karşısında tutkular içimizi yokluyorsa genciz. Tabii asıl soru şu: tavan mı duvar mı? Genç Michelangelo mu, yaşlısı mı? Tavanının ışıkları, coşkusu, tutkusallığı, heyecanı mı duvardaki yaşlılığın karanlık, yoğun, ürküntü veren (ama kasvetli olmayan) resmi mi? İkisi de birbirinden güzel ve bir cevabım var. Ama saklıyorum onu.