Geçenlerde bir toplantıdaydım. Baktım, etrafta herkes birbirinin fotoğrafını çekiyor. O zaman yanımda duran birine "Hepimiz Japonuz" dedim. Malum, yıllardır değişmeyen bir manzara var. Dünyanın neresinde olursanız olun, içinde bulunduğunuz etkinliğin de bir önemi yok, çevrenizdeki tüm Japonlar gözlerini ellerindeki kameranın vizörüne dayamış fotoğraf çekiyordur. Bu eskiden kameralardı.
Şimdiyse cep telefonlarının yardımıyla gözlerine çarpan her şeyi kaydediyorlar.
Epey bir literatür vardır bu konuda "Neden bu insanlar bu kadar fotoğraf çekiyor?" diye... Bu yorumların bazıları hayli karmaşık kuramsal sonuçlara varır. İşi psikanalitik açıdan ele alanlar olur. Ama galiba içlerinde en önemlisi zamanla ilişkili olanıdır. Zamanın akışını durdurmaktır fotoğrafın en dikkat çekici yanlarından biri diye düşünülür. Yüksek teknolojik hızlarla değişen bir dünyada o zamanı, ucuz da olsa, bazı görüntülerle dondurmak insanın epey geç keşfettiği ama vazgeçemediği bir yanını oluşturuyor. Öyle ya, şunun şurasında kameraların ve fotoğrafların kaç yıllık geçmişi var?
ZAMAN, ÖLÜM VE FOTOĞRAF
Dileyen bu yorumlara psikanalitik olanı ekleyebilir. Ona göre fotoğraf insanın kendisini aynada görmesi gibidir. Bilindiği gibi, Fransız psikanalist Lacan, insanın bir 'ayna evresi' olduğunu belirtir. Henüz altı aylıkken bebek kendisini aynada görür ve bununla bir dizi 'tümleşme' ve 'kopuş' başlar. Psikanalistler buna 'apperception' diyor; insanın kendisini bir nesneye döndürerek dışarıdan görme hali... Ona bağlı olarak oluşturuyoruz kişiliğimizi, kimliğimizi. Japonlar için bu görüşten hareket ederek yorum yapanlar vardır. Derler ki, parçalanmış bir kişiliği, o fotoğraf görüntüleriyle bütünleme çabasıdır onlarınki...
Madem böyle teorilerden bahsettik, bir de sevdiğim, hâlâ sevdiğim, Fransız düşünür, göstergebilim uzmanı ve bana göre, edebiyatçısı değil ama, yazarı Roland Barthes'ın tezinden söz edeyim. Barthes, fotoğrafla ilgili o güzel kitabı Camera Lucida'da, der ki "Her fotoğraf bize 'olmuşluk-bitmişlik' halini anlatır. Oradayızdır, o olay olmuştu, şunu görmüştük, yaşamıştık. Veya onlar, bizden öncekiler, görmüşler, yapmışlar, yaşamışlardı." Bu 'gerçeği' biz hep, işte yukarıda da belirttim, zamanı durdurmak ve bir manada ölümsüzlüğü yakalamak şeklinde algılarız. "Halbuki" der Barthes "bu görüntü, o 'yaşamışlık' hali bize hep ölümü hatırlatır. Fotoğrafa her baktığımızda, bizden öncekilere aitse, öldüler deriz, yaşadılar ve öldüler. Biz baktığımızda da geçmişle iç içe geçeriz ve ölüme doğru ilerlediğimizi düşünürüz. Öleceğizdir. Bizden sonrakilere bu anlar kalacaktır, eğer kalırsa."
GÜZELLİK YAKICIDIR PAYLAŞILMAZSA
Japonlar bu karmaşık ruh yapısı içinde midir harıl harıl fotoğraf çekerken bilemem ama iş artık onların tekelinde kalmaktan çıktı. Bütün dünya akıllı telefonlar ve diğer cihazları eline geçirdikten sonra fotoğraf çekiyor. Her an, her mekan görüntüleniyor.
Ben bunlara insanı fotoğrafa iten iki başka ve olumlu duyguyu eklemek istiyorum. Birincisi estetikle ilgili. Güzel olan insanı rahatsız eder. Çünkü güzel, sandığımızın tersine, insanı acıtır. Büyük bir güzellik karşısında gene ölümü düşünürüz. İçimizi bir hüzün kaplar. Ve güzellik insana sahip olma, onu edinme, mülkiyetine geçirme arzusu verir. Karacaoğlan'ın, başka manalar taşısa dahi "Ben güzele güzel demem/güzel benim olmayınca'" sözü budur. İkincisi, güzellik insanın kendine saklayamayacağı bir şeydir. Güzellik paylaşılmak istenir. İnsanın içine sığmaz. Onu dışlamak zorundayızdır. Bunun yolu, işte, paylaşmaktır. Onun için fotoğraf çekmek isteriz.
Hepsi iyi, hepsi güzel bu açıklamaların... Ama işin içinde başka bir şey var. Biz artık fotoğraftan çok, yeni bulunan adıyla 'selfie' çekiyoruz; kendimizi görüntülüyoruz. Devlet başkanlarından en sıradanımıza kadar değişmeyen bir kural bu. Anları, mekanları kendimizle bütünleştirerek, özdeşleştirerek, kendimizi onların önüne çıkararak görselleştiriyoruz. Sonra da o fotoğrafları paylaşıyoruz. Bir yakınımıza göstersek, onunla gayet mahrem bir biçimde paylaşsak bu resimleri ne ala, öyle değil, sosyal medyayı kullanıp, yaydıkça yayıyoruz bu resimleri. Daha da fazla insana erişsin istiyoruz. Bizi daha fazla insan görsün istiyoruz.
NARSİSİZM, DEPRESYON VE SELFIE
Nedeni açık: Hepimiz depresyondayız. Ve onun uzantısı olan bir narsisizmi yaşıyoruz. Benimizin, benliğimizin, hatta olan değil, olduğunu hayal ettiğimiz şahsiyetimizin dairesinden çıkamıyoruz. Her şeyin içinde, önünde, ortasında kendimizi bulmak, görmek, izlemek kaygısındayız. Bunun bizi rahatlattığını sanıyoruz. Halbuki, daha da hastalandırıyor bizi bu durum. Kendimize baktıkça özümüze yönelik o depresif aşkımız büyüyor. Asla tatmin olmuyoruz.
Fakat galiba başka bir boyutu daha var bu 'selfie' tutkusunun. Yukarıda belirttim: Fotoğraf, zamanla, zamanın geçişiyle, asla bugün ve yarınla değil, daima geçmişle ilintili bir olgu. Geçmiş ise bize geçiciliğimizi anımsatıyor. Kendine âşık insanların en büyük çıkmazı odur, öleceklerini bilmeleri ve bundan dehşet duyacak ölçüde korkmaları. O 'kıyamadıkları' canları toprağa gidecektir. Fotoğraf onlara sürekli olarak, fark etmeseler de, bunu, ölümü, ölümlülüğü anımsatıyor. Bu duyguyu daha fazla özlerine dönerek, adeta hayattan ve zamandan intikam alırcasına yaşayarak ve bunu görselleştirerek, görüntüleyerek yaşamak istiyorlar. Bitmez tükenmez bir sarmalın içinde çırpınıyorlar. Öyle değil mi, her fotoğraf çektirdiğimizde, öleceğimizi, bunların bizi geleceğe taşıyacağını düşünmez miyiz?
İnsanın özüne dokunması zor şeydir. Belalıdır. Hiç ayırdına varmıyoruz ama her gün, sabahtan akşama kadar, artık kendimizle uğraşıyoruz. Bu nedenle de markaların peşinde koşmak neyse 'selfie'lerimizi çekmek de aynı manaya geliyor. Kendimizi bir markaya dönüştürmeye çalışıyoruz.
Battıkça batıyoruz.
"Kamera elinizdeyken, aman dikkat!" diyerek bu yazıyı bitirdim. İstaklal Caddesi'ne çıktım. Dostum Osman Akınhay ve eşi Eylem beni gördü.
Sarıldık, öpüştük. Osman "Selfie'yi çekelim" dedi. Tam çekiyorduk ki, Mehmet Güreli geldi. Hep birlikte 'çekildik'.
Osman iyimser, Eylem alaycı, ben şaşkın, Mehmet karamsar çıktı. Gördüğünüz fotoğrafın öyküsü budur ve resim 'alınırken', bende yalan yok, bu yazdıklarımın hiçbiri aklımdan geçmedi.