Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Türkçe diye bir dil vardı

Ahmet Rasim, Ahmet Haşim, Falih Rıfkı, Nurullah Ataç, Refik Halit... Edebiyatımızın bu unutulmaz üslupçu yazarlarının eserleri, Türkçe'den tat almak için eşsiz birer fırsat sunuyor

SABAH Kitap eki geçen cuma günü yayımlanan nüshasıyla 100. sayıya ulaştı. Bu ekin ilk sayısını da bu sayısını da değerli dostum Figen Yanık hazırladı. Eki de kendisini de kutlamak gerek. Bu tür işler zordan da zordur Türkiye'de. Benimle de bir görüşme yapıldı SABAH Kitap eki için. Genç arkadaşım Ece Ulusum geldi, çok güzel sorular sordu; kitaplarım, kitaplığım, kitap tutkum ve okumayazma alışkanlıklarımla ilgili. Bu röportajı isteyenler bulup okuyabilir. Ece sorularının arasında bana döne döne okuduğum kitaplar olup olmadığını sormuştu. O sırada öyle bir kitap değil de yazar olduğunu söyledim "Dostoyevski ve Beckett'tir o yazarlar" dedim. Türk edebiyatından da bazı isimler verdim. O gittikten sonra epey düşündüm. Bir kere daha anladım ki, ben gerçekten kitap değil, yazar okuruyum. Zaten 'bütüncü' olmam da biraz onu gösterir; bir yazarın okuyunca tüm yapıtlarını okumak... Evet, İlyada ve Odysseus, Don Quixote, Moby Dick, Kırmızı ve Siyah ('Dosto Baba'nın romanlarından hariç) büyük saydığım ve daima yeniden okuduğum romanlardır ama bunlar da zaten üstüne başka şey söylenemeyecek yapıtlardandır.

AHMET RASİM BİR DİL CAMBAZIDIR
Türkçe'de böyle döne döne okuduğum roman gerçekten yok. Birçok kitabı yeniden okumuşsam da bu belli bir nedenledir. Doğrudan kitabın bende bıraktığı tadı aradığım için değildir. Ama bazı yazarlar var ki, onlardan kopmadım. Ve şimdi o yazarların üslupçu yazarlar olduğunu göğsümü gere gere söyleyebilirim. İsimler de bellidir: Ahmet Rasim, Ahmet Haşim, Nurullah Ataç, Falih Rıfkı, Refik Halit! Bu kadar. Buna bir de Attila İlhan'ı katarım. "Başka üslupçu yazar yok mu?" denirse, olumsuz cevap vermem ama bu isimleri aşacak kimse olduğuna pek inanmam. Türkçe'nin bu yazarların dilinde, kaleminde dövülerek oluştuğunu rahatlıkla öne sürerim. O diğer üslupçu yazarlardan ne bileyim Tanpınar önemlidir, meseleleri, kültürel kaynakları, yaşama biçimiyle de bana ayrıca yakın gelir, 'Lodosa, Sise, Lüfere Dair' başlıklı yazısını zaman zaman susamışlıkla gidip okurum ama anlatışını boğuntulu, sıkıcı, zorlama ve biraz da yapay bulurum. Oysa diğerleri fırtına gibi esen, şaşaalı, debdebeli, mutantan üslupların sahibidir. Başlayalım... Ahmet Rasim, 'kroniklerinin' tadına gerçekten doyulmaz bir yazardır. Hele dilinin epey eskidiği hatırlanırsa ne muazzam bir dil cambazı olduğu daha iyi anlaşılır. Neredeyse unutulmuş bir halk dilini kağıda geçirmektedir. Bir vapurda, tramvayda, pazar yerindeki haykırışlar, ünlemeler, öfke, sevinç, nefret nidaları yazısında paldır küldür canlanır. Gene de hepsi bir yana, "Patlıcanlar morara morara kadife rengini aldılar" cümlesini birkaç kere içinizden tekrarlayınız, eğer bu söyleyişlerde nasıl akideleştiğini, ağzınızda eridiğini, helmeleştiğini göremiyorsanız Türkçe bilinci, zevki, keyfi bakımından epey gidecek yolunuz var demektir. Ahmet Haşim'i herkes şiirleriyle tanır, bilir, anımsar. Ama daha önce de yazmıştım; Türk köşe yazısı ve fıkra edebiyatı (ki, bu sonuncusu artık bitmiştir) onun eteklerinden doğmuştur. Çok zor, neredeyse bütün bir gün uğraşarak yazdığı söylenen kısacık, küçücük yazıları, hayli keskin olduğu anlaşılan zekasından ve sivri dilinden ne ışıltılar taşır, anlatmak çok zor, ancak okunursa görülür. Baharla, sinemayla, tahtakurusuyla, kürklü kadınla ve daha onlarca konuyla ilgili yazdıkları birer anlatım lezzetidir, okumalara doyulmaz.

ATAÇ'IN ANLATIMI ÇOK BERRAK
Sonra Ataç! Demir Özlü, Ataç'ın Türkçe yazın dilini kurduğunu belirtmişti. Bu doğrudur. Bütün o şimdi manasız görünen Öz Türkçe 'tilcikler', masaya 'tirge', kağıda 'sazın', mektuba 'betik' demeler, son döneminde neredeyse her cümlesini 'devrik' yazması gibi eleştirilecekse eleştirilecek yanları elbette vardır Ataç'ın. Ama anlatımının aparı, dupduru, berraktan daha berrak olduğunu söylemeye gerek var mı? Bu dil gücü ve bilinci onun çevirilerine de yansır. Ataç'ı okumak, açık seçik yazıldığında Türkçe'nin ne kadar ifade gücü yüksek bir dil olduğunu gösterir. Bir de şiirseldir Ataç'ın dili, hayatı boyunca imrendiği ama bir türlü 'olamadığı' şairliği Türkçesinde ortaya çıkmış gibidir. Falih Rıfkı, besbelli, ağır başlı, hani amiyane tabiriyle hayli 'okkalı', oturaklı, kallavi bir üslubun sahibidir. O da güç yazarmış. Musahhihi veya sekreteri Varlık dergisinin kurucusu Yaşar Nabi Nayır'mış. Atay, sayfalar dolusu yazı gönderirmiş. Yaşar Nabi Bey dizildiğinde bir gazete sütunu yazının zor çıktığını belirtiyor. Falih Rıfkı'da, diğerlerinden farklı bir şey cereyan eder: Yazısının bütünü de elbette bir atmosfer yaratır ama Atay daha çok cümlelerin, çok şiddetli benzetmelerden oluşan çok kuvvetli, çok ağır, cümlelerin yazarıdır. Yazı birbirine dayanmış, her biri ayrı bir öz taşıyan mayalı cümlelerden oluşur. Bir manada da uzun yazıların kısa yazarıdır Atay. Biraz yukarıdan bakan tavrının da bunda tesiri vardır.

REFİK HALİT DEVAMLI GÜLDÜRÜR
Refik Halit ise rüzgarlar estirir. Bir çarkıfelek, alaimisema, atlı karıncadır onun yazısı. Şen, şakrak, hareketli, heyecanlı, atak, daima güldüren, insanda daima haz duygusu uyandıran ve onu ayakta tutmayı iş edinen bir yazardır. Tam manasıyla bir hedonisttir. Saklamaz. Yazısı da o hedonizminin bir uzantısıdır. Karay bir fikir adamı değildir ve bu da ne onun derdidir ne kimsenin meçhulü. O yazı denen bir atı kırbaçlamak, şaha kaldırmak, dört nala koşturmak kaygısı peşindedir. Sadece Sakın Aldanma İnanma Kanma kitabında çiçekleri anlattığı son yazıyı yazsaydı hayatında bu bile Türkçe'nin üslup Pantheon'unda Tanrılar katına yerleştirecekti onu...
Attila İlhan bütün bu isimlerin sentezidir. Gerçekten akıl almaz bir üslupçudur. Daima Falih Rıfkı'ya hayran olduğunu söyledi ama Atay'daki kuvvete rağmen mevcut olan 'dar hendese'den (geometri) İlhan'da eser yoktur. Yazıya paldır küldür girer, müthiş bir belagatla, açıklıkla, akla ziyan benzetmelerle, deyimlerle, o hiç sevmediğim tanımla söyleyeyim 'konuşur gibi' anlatır, yazıyı bitirir. İnsanın aklı başından gitmiştir. Üstelik bu yazı onun en ağır fikri meseleleri tartışmasına engel değildir. Ayrıca daima sentimental, romantik, lirik, hatta nostaljiktir. Daha ne olsun? Keşke yer olsaydı hepsinden bir paragraf alıntılasaydım. Olmadı ama bunları yazarken başka bir şey anımsadım: Gerçekten, yahu, bir zamanlar Türkçe diye bir dil vardı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA