Hayli zamandır değinmek istediğim ve bir türlü fırsat bulamadığım bir konu var: Bazı kanallarda yayınlanan 'özel' eğlence programları.
İçlerinden sadece birini işaret edeyim; yayınlandığı kanalın da, programın da adı lazım değil ama maksadı belli: 'Ulusal pavyon' oluşturmak!
Bir tarafta 'eğlendiriciler' var. Ortada yarı çıplak bir kadın, alabildiğine abartılı hareketler ve şımarık edalarla türküler söylüyor, programı yönetiyor, başkaları türkü söylerken oynuyor, onların türkülerini hareketleriyle 'yorumluyor'. Türkü dediğim şeyler, pavyonlarda icra edilen türden 'Ankara havaları', facia ötesi seslerle bağıran insanlar.
Ortada 'kirli sakallı' gene dehşet veren edalarla Ankara 'havaları' oynayan bir erkek grubu. Salınıp duruyorlar. Derken arkada neredeyse tamamen çıplak, galiba pavyonlarda görmesi bile zor üç beş kadın, ellerini kollarını sallayarak 'kıvranıyorlar'.
Onların arkasında bu defa göreni dehşete düşüren 'zenneler' var: Kadın kılığına girmiş, eteklik falan giymiş, ellerinde zilleriyle erkekler 'döktürüyor'.
Salona bakıyorsunuz başörtülü kadınlar var, ter içinde kalmış yaşlı adamlar var, genç kızlar var. Herkes 'eller havaya' faslından oynuyor, 'eğleniyor'. Gerçekten o kadınları halleri de kılıkları da görülmeye değer. Aynı şekilde zenneler. Ve bir bütün olarak bakıldığında karşımızda bir 'dehşet tablosu' var.
Bu bütünü oluşturan tabloyu teker teker tahlil etmek kabil. Ama beni özellikle çarpan yanı işin, salondaki görüntü. Yani her halinden geleneksel bir hayatın içinde yaşayıp giden, başı örtülü, geleneksel denebilecek insanların bu tiyatroya ortak olması, onun bir parçası oluşu. Böyle bir programı, onun içinde yer alan 'muhafazakar' insanları, o zenneleri, o çıplak kadınları, o programın her akşam 'ailelere' yayınlanmasını nasıl değerlendireceğiz?
Bana kalırsa gerçek anlamda Türkiye karışımı budur. Türkiye'deki muhafazakarlığın tanımı da budur. Bizim muhafazakarlığımıza atfedilen değerler biraz kurmacadır. Daha açık söylersem 'elit muhafazakarların' oluşturduğu, hakim olmasını istediği değerlerdir. Halkın muhafazakarlığı bu anlayışla iç içe geçmez. Çünkü halk muhafazakar değil gelenekçidir. Genel bir 'terbiye', taşra ahlakının 'görgül' yanına dayanan bazı çekinceler, bazı kontrol mekanizmaları vardır işin içinde fakat muhafazakarlık bunların hiçbir değildir.
Bunlar gelenekçi bir hayat anlayışıdır.
Biz, sadece İslam'la, Müslümanlık'la, dindarlıkla ilişkimizi, o da çok gevşek ilişkimizi, muhafazakarlık olarak nitelendiririz; ama bu aslında gelenekçi hayattır.
Bütün toplumun temel dürtüsü 'İslama göre hayat' yaşamak değildir, olmamıştır. Nedeni hayli basit: Anadolu İslam'ı katı, koyu bir öze, içeriğe sahip değil. Temel kimlik kurucu öge Müslümanlık'tır, Anadolu'da, Türkiye'de. Örneğin Müslüman olmayan bir Türk'ü, Anadolu'da kimse tahayyül edemez.
Aynı şekilde cuma namazı, bayram namazı, Ramazan, oruç tutmak hayatı düzenleyen dinsel kurallardır ama kimsenin kimseye fazla karıştığı da yoktur.
Namaz kılanların içki içtiği, en muhafazakar bilinen kentlerdeki eğlenceler malumdur. Fakat tekrar edeyim bu gelenekçiliktir.
Muhafazakarlık ona siyasal ve İslami bir boyut katmak, hayatın bu eksende düzenlenmesini istemektir.
Bahsettiğim TV programı da bu çerçeve içindedir. Gerçekten insanı ürküten o estetik düşüklüğün, haydi pespayeliğin demeyeyim, basitliğin kabul görmesini sorgulamak gerekir. Muhafazakarlıkla, aile değerleriyle birlikte ele alınacaksa gene bu açıdan bakmak gerekir. Ve galiba yasaklamadan...