Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

'Ermeni' değil 'Türk' meselesi

"Türkiye gibi bir büyük devletin Fransa'nın yaptığı türden olaylara muhatap olması üzücü. Ama Türkiye'nin, karşısında heyula gibi duran bir konuda mütereddit davranması, ön almaması da üzücü"

Ermeni olaylarının Fransız parlamentosunda hiçbir mantıkla kabul edilemeyecek bir yasaya dönüştürülmesi Türkiye'de birçok insanın canını acıttı. Böylesine saçma bir yasa İsviçre'de mevcuttu. Şimdi Fransızlar aynı yasayı taklit ederek 'Ermeni soykırımı olmadığını' söyleyene hapis ve para cezası vermeyi öngörüyor. Böyle bir yasa Yahudi soykırımı için geçerlidir. Ama Yahudi soykırımı ile Ermeni olayları birçok bakımdan birbirinden ayrılır. Ermeni konusunda hukuksal bakımdan da böyle bir kararın oluşturulmasına zemin teşkil edecek bir noktada değil henüz uluslararası kamuoyu. Bu bakımdan Fransızların attığı adımın arkasında bambaşka düşünceler var. Nitekim Sarkozy muhalefetteyken sosyalistlerin getirdiği bu tasarıya karşı çıkmıştı. Şimdi onu kendisi savunuyor. Taraf'tan Markar Eseyan bunun ne kadar tiksinti veren bir davranış olduğunu mükemmel biçimde yazdı. Hrant Dink'in kardeşi de çok önemli bir açıklamada bulundu. (Ah, işine gelince Dink'in kardeşini bağrına basan ama katillerini ve katil ağını bulmamak için direnen devlet!..)

***
Böyle olmasına böyle de, Ermeni olayları konusunda Türkiye'nin tutumuna ne demeli? Uzun yıllar boyunca Türkiye bu konuyu gündemine almadı. 1970'lerden itibaren dünyadaki Ermeni cemaati kuvvetlenip, bulundukları ülkede ekonomi başta olmak üzere çeşitli noktalarda etkin olmaya başlayınca söz konusu tarih gündeme geldi. Gene başlangıçta yabancı ülke kamuoyları da suskun ve kör kalmayı tercih etti. Ama daha sonra bunun ele alınabilecek ve uluslararası ilişkilerde Türkiye'ye karşı kullanılabilecek bir koz olduğunu gördüler. O gün bugündür bu sancılı konu, her defasında daha da can acıtacak biçimde gündeme gelir, Amerika'da ve başka ülkelerde.
Ermenilerin konuyu insanlık bilincine yerleştirmek için kullandığı Asala ve yarattığı büyük acı, Türkiye'nin başka bir yaklaşım geliştirebilecekken de bu konuya büsbütün uzak kalmasına yol açtı. Diplomatlarını öldüren bir örgütün eşliğinde gelişen bir iddiaya kulak vermek, devlet olmanın dokusuna, doğasına aykırı. Kaldı ki, reddetse bile T.C. Osmanlı geçmişinden geliyor ve 'büyük devlet' diye bir sendroma sahip.
***
Bir de işin öte yüzü var: Doğrudan doğruya Ermeni olaylarının hakikati. 20. yüzyılın başında Türkiye ulus devlet olmaya karar verdi. Belki 1915 yılında bu konu henüz 'ulus devlet' olarak saptanmamıştı. Ama çok geç kalmış bir milliyetçilik, o dönemin aydın ve politikacılarının zihinlerine sızmıştı. Türk Ocakları kurulmuş, İttihat ve Terakki bu yönde bir politika geliştirmeye başlamıştı. Dünya Savaşı başlamıştı. Osmanlı şimdi Mustafa Akasakal'ın Harb-i Umumi Eşiğinde: Osmanlı Devleti Son Savaşına Nasıl Girdi (Bilgi Üniversitesi Yayınları) başlıklı kitabında anlattığı gibi hiç öyle emrivakilerle falan değil, düpedüz imparatorluğun menfaatleri doğrultusunda ve çok bilinçli olarak girdiği bir savaşta yavaşça da olsa tökezlemeye başlamış, dünya politikasının aleyhine döndüğünü görmüştü. Yeni kurtuluş çaresi milliyetçilik, Türkçülük üstünden bir oluşum hazırlamaktı.
1915 olayları bu anlayışın ilk ve en büyük 'egzersizi'dir. Son kertede bir etnik grup, 'ırk' temeline dayalı bir muhakemeyle ortadan kaldırılmıştır. Savaş hali denebilir, elbette Ermenilerin yaptıkları büyük yanlışlar var. Fakat bunların hiçbiri Osmanlıyı ele geçirmiş olan küçük iktidar grubunun korkunç yaklaşımını ortadan kaldırmaz. Ortada çok bilinçli, seçimli, dikkatli bir şekilde yok edilmiş bir büyük kitle var. Ve o topluluk, Anadolu denen bu coğrafyanın neredeyse asıl sahibidir. Onları ortadan kaldırmakla Osmanlının ne büyük bir hata işlediği, çöken ekonomisinden bulamadığı yetişmiş adama kadar her düzeyde anlaşıldı.
Ama o arada devlete başka bir zihniyet daha egemen oldu: muhalif olanın, istenmeyenin ortadan şiddet yoluyla kaldırılması. Bugün uğraştığımız faili meçhuller, Kürt meselesinin mevcut hali daima o zihniyetin devlette galip gelmesindendir. Dersim olaylarının hatırlanması ve Başbakanın 'ben özür diliyorum' demesi 1915'te başlayan bir yanlış tarihin sona erdiğini göstermesi bakımından önemlidir.
***
Bugünün dünyası bellek dediğimiz o kuyuyu boşaltmakla meşgul. Onu sağlayacak yepyeni araçlar icat etti. Tarih yazımını yeni temeller üstüne oturttu. Bir ulusun, hele şanlı bir geçmişle özdeşleşmişse, geçmişini karanlık ve kirli işlerle kabullenmesi kolay değil, çok zor. İnsan hatasını kendisine bile itiraf edemiyor. Ama unutmamak gerekir ki, hem itiraf bir travmadan kurtulmanın tek aracıdır hem o geçmişi deşip çıkarmak ve aydınlatmak bir erdemdir, hem de uzlaşmak, arınmak o şanlı geçmişe çok daha uygundur.
Böyle bir ortamda Türkiye gibi büyük bir devletin Fransa'nın yaptığı türden olaylara muhatap olması bile üzücü. Türkiye bunu hak etmiyor. Orası kuşkusuz. Ama Türkiye'nin, karşısında heyula gibi duran bir konuda bu derecede mütereddit davranması, ön almaması da üzücü. Yapabileceği çok şey var bu ülkenin.
Başkalarının yaptığından çok kendi yapmadıkları Türkiye'nin, ilgilendiriyor beni.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA