Modern Sanat Müzesi'nin düzenlediği bağış gecesinde, bağışlanan yapıtlar, maalesef ancak piyasa değerine satıldı. Paranın nereye harcanacağının bilinmesine rağmen, kimse kılını kıpırdatmadı
BILL Clinton bütün Amerikan başkanları gibi, tüm o resmi görevlerinden sıyrıldıktan sonra kendi adına kurduğu kültür merkezinin, kütüphanenin başına geçti. O ülkede kimseye bol keseden hazır bir para verilmediği için ve o da bunu bildiği için ortaya koyduğu her şeyi 'matematiği', yani 'ekonomisi' olan bir projeye bağladı, kapı kapı gezdi, ders verdi, konuşma yaptı, insanları inandırdı, onlardan sağladığı paralarla yaptı. Sonra da oturup bir kitap yazdı: Bağış diye.
Doğal, Amerika'da her şey bağışla yapılıyor. Yıllar önce Princeton Üniversitesi'ne ilk kez gittiğimde hayret etmiştim. Yerdeki bir tek kare taşın üstünde bile bir şahsın, bir çiftin, mezun olmuş bir sınıfın adı yazıyordu. Adamların parası o kadarına yetmiş, onlar da onu yaptırmışlar. Ne veren utanmış ne alan küçümsemiş. O kıta boydan boya bağışla, onları gerçekleştiren vakıflarla inşa edilmiştir. Bir zenginin kamu yararına bir vakıf kurmadan, parasını pulunu sadece kendisine, ailesine harcaması, bırakması, o kültürde düşünülemez bile. Bill Gates de sonunda milyarlarca dolar parasını bir vakfa aktardı ve bütün işlerinden arınıp onun başına geçti. Financial Times'ın pazar ekini her hafta okurum. 'Nasıl bağışlamalı' diye bir bölüm vardır.
Çoğu defa bakmam, geçerim ama bir yardımsever oturur, etrafı rahatsız etmeden nasıl bağış yapılacağını kendi deneyimiyle anlatır.
***
Geçen hafta katıldığım
İstanbul Modern Sanat Müzesi'nin düzenlediği bağış gecesinde, kadir bilir sanatçıların satılsın, parası müzenin çocuk
eğitimi etkinliklerine harcansın diye bağışladığı yapıtlar, maalesef ancak piyasa değerine satılırken ben bunları düşünüyordum.
Üstelik çoğunu bir galerici dostum aldı, yapıtların.
Tabii müze kendisine müteşekkirdir.
O da alicenap birisi olduğundan diğer galericilerden daha cevval davrandı, bağış maksadıyla o parayı harcadı.
Ama böyle mi olmalıydı? Salonda 600 kişi mevcuttu.
Giriş adam başı 1000 dolardı. Gelenler çaya simite talim eden insanlar değildi. Belli bir gelir seviyesinin üstündeki insanlardı.
Aralarında Türk burjuvazisinin en önemli isimleri vardı. Ne yazık ki, satışı yöneten çok değerli dostum da yeteri kadar tahrik etmedi, onların adına fiyatlara hükmetmedi, çok küçük fiyatlarla açılan yapıtlar, dediğim gibi, eh işte iyi kötü piyasa rakamlarını bularak satıldı.
O kadar burjuva, paranın nereye harcanacağını bilmesine rağmen, kılını kıpırdatmadı, gece de öyle, yenilip içilerek, eğlenilerek kapandı.
Oysa 600 zenginin, hali vakti yerinde olan onca insanın bulunduğu bir yerden hiç değilse 1.2 milyon dolar toplanabilirdi.
***
Osmanlı böyle değildi. O kültürde de zenginler paralarını kendilerine saklamaz, müthiş
Vakfiyeler yazarak, her şeyi gelecek kuşaklara aktarırdı.
Düşününüz ki,
II. Mahmud'a gelinceye kadar Osmanlı'da eğitim devletin sağladığı bir imkan değildi. Devlet eğitim işiyle uğraşmazdı. Sosyal yapıların tamamını gene vakıflar üstlenip yaptırırdı. O günden bugüne intikal etmiş dünya kadar Vakıf vardır.
Dostum
Amy Singer'ın bu konuda yazdığı kitap mükemmeldir. Herkese heyecanla öneririm.
Ne olduysa
milli ve çağdaş burjuvazimizde oldu.
İttihat ve Terakki olsu,n
Cumhuriyet olsun kendi burjuvalarını yaratmak istedi.
Yarattı da. Fakat bunu kendisini taşıyacak, kendisine bağlı bir sosyal sınıf oluşturmak maksadıyla icat ve inşa etti. O da elhak devletine sadık kaldı, onun dediğinden çıkmadı.
Başını kaldırmadı. Hatta kendi isteği dışında bir iktidar oluştuğu zaman orduyla işbirliği yapıp onu alaşağı etmekten ne çekindi ne kaçındı.
Ama bu burjuvazi sadece devletten almayı bildi. Ancak çok yakın zamanlardadır ki, varsıllar büyük ve önemli sosyal yatırımlara yöneliyor. Üniversiteler başta olmak üzere bir dizi, toplumsal sorumluluk alanına girecek, projeyle uğraşıyor.
Bu biraz da zamanın ruhundan süzülüyor. Bugünkü dünya bir kurumun sadece
parasal gücüne dikkat etmekle kalmıyor, onun
itibar düzeyini de araştırıyor.
İtibar da işte bu toplumsal amaçlı yatırımlarla sağlanıyor.
***
Türk burjuvazisi çok geç ve çok güç oluştu.
Devletin bu derecede katkıda bulunduğu ikinci bir '
milli burjuvazi' var mı bilmiyorum.
Üstelik geleneksel olarak aristokrasisi, burjuvazisi olmayan bir toplumsal geçmişten geliyoruz. Birinci kuşak zenginler daha düne kadar ayaktaydı ve herhangi bir yoksul insanın,
Goriot Baba'nın sendromlarıyla yaşıyordu.
Ama bütün bunlar bana başka bir şeyi, yıllar önce yazdığım bir yazıda dile getirdiklerimi hatırlatıyor:
Türk burjuvazisi, Türkiye'nin sanayicileri, en zengin insanları yıllar yılı vergi sıralamasında bir genelev patronunun arkasında durdular. Bunu içlerine sindirdiler.
Hazin bir şeydi bu. Belki koşullar, zihniyet, anlayış şimdi biraz biraz değişiyor ama belli ki, daha çok yol var gidecek. Geçenlerde gittiğim Türkiye'nin en parlak liselerinden biri yıllık 200 bin liralık bütçesini denkleştirememekten yakınıyordu.
Fakat sadece burjuvaları suçlamayalım. Biz istemesi de bilmeyen bir kültürden geliyoruz.
Gene de çarenin yardımlaşmada, dayanışmada ve bağışta yattığını bilmek şarttır.
***
Gelecek yıl
İstanbul Modern'in müzayedesini daha büyük bir merakla izleyeceğim.