Geçen hafta Contemporary İstanbul Çağdaş Sanat Fuarı açıldı ve kapandı. Benim de genel koordinatörü olduğum bu fuar çok önemli etkinliklere sahne oldu. Her şeyden önce bu işlere başladığım 1980'lerde, hatta 90 ve 2000'lerde tahmin, tasavvur edilemeyecek bir etkinlik cereyan etti karşımızda. Fuar altı yıldır devam ediyor ama bu yıl katılımcılar, uluslararası performans, hacim itibariyle geçen yıllardan daha ilerideydi. Sonuç olarak bu bir gelişim sürekliliği. Gelecek yıl da bu yıldan daha yoğun yaşanacaktır her şey. Bütün bunların altında Türkiye'nin son yıllarda yaşadığı büyük gelişmenin oynadığı rolü görmemek olanaksız. Eğer Türkiye dış politikada, ekonomide, küreselleşmenin farklı alanlarında bir gelişme sağlamışsa fuar/lar/a bunun yansıması da kaçınılmazdır.
***
Ama işin içinde başka bir boyut daha var: Günümüz dünyası kapitalistlere, şirketlere, kuruluşlara sermayelerinin % 5-8 arasındaki bir bölümünü (çağdaş) sanata yatırmalarını öneriyor. Bu, riskin dağıtılması bakımından çok önemli kabul ediliyor. Çünkü eldeki veriler, sanatın, yatırım zincirinde en son halka olduğunu, sanat yapıtının da elden çıkarılanlar arasında gene en son halkayı meydana getirdiğini ortaya koyuyor. O nedenle yapılan akademik çalışmalar, kriz dönemlerinde, genel alış veriş hacminde bir düşüş olsa da teker teker yapıtların fiyatında bir düşüş olmadığını gösterdi. Nitekim bu yıl yapılan müzayedelerde onca krize rağmen öyle korkulan bir yıkım ortaya çıkmadı. Dünyada bazı kuruluşlar bu bakımdan çok ileri bir noktada. Deutsche Bank'ın elindeki çağdaş sanat koleksiyonu birkaç milyar dolarlık bir değere sahip. Türkiye'de de özel firmalar bu alanda yatırım yapıyor, yatırımını toplumsal bir niteliğe kavuşturuyor. Akbank, Garanti Bankası bu alanda önemli çabalar gösterdi son yıllarda. Gene aynı dönemde zengin aileler bu sektöre girdi. Koç ailesi yeni yatırımlar yapıyor. Borusan koleksiyonunu bir müzeye dönüştürdü. Elgiz yıllarıdır koleksiyonunu kurumsal bir yapı içinde sergiliyor. Öte yandan bazı yeni kurumlar kendilerine koleksiyon oluşturuyor.Beni de asıl ilgilendiren yanı işin bu.
***
İki nedenden ötürü bu konuyu kafamda evirip çeviriyorum. Birincisi, bu bir yatırım alanı. Dünyanın her yerinde sermaye yatırım yaparken risk alırken ürkek davranır. Pozitif risk başka bir şeydir. Ama orada birle kırk ölçer bir keser. Sermayenin kendisini her türlü tehlikeden koruması için kullanacağı en önemli araç bilgidir. Günümüz dünyasında bilgi önceki dönemlerle karşılaştırılamayacak kadar önem ve değer kazanmıştır. Bilgiyi malumatla/ enformasyonla karıştırmamak gerekir. internet bilgi sağlamaz, malumat verir. Bilgi hâlâ dünyanın en seçkin üniversitelerinde ve araştırma kurumlarında üretiliyor. Türkiye her alanda bu gerçeği ihmal etti. Son dönemde yaptığı büyük sıçramalara rağmen kendisini bilginin önemine, değerine ve işlevine kapattı. Herkes kendi işini sezgileriyle, duyarlılıklarıyla ve kendi amatörlüğü içinden profesyonelleşerek kurdu, yürüttü, geliştirdi. Bu çağdaş sanat alanında daha fazla böyle. Çok yakın zamanlara kadar büyük paralarla büyük yatırımlar yapan koleksiyonerlerin birlikte çalıştıkları galericiler dışında kimseden profesyonel destek, yardım, güç aldığını görmedim. Ancak çok yakın bir tarihte başladı bu yaklaşım. Çoğu eski öğrencim olan değerli genç insanlar bu yönde emek harcıyor, bazı sermayedarlar da onların bilgisinden yararlanıyor.
***
Bu eksiğin altında çok önemli bir kısıtlama yatıyor: Eleştirmen eksikliği. Kaç zamandır yazıyor ve söylüyorum. Türkiye bu alanda galerilere, mekanlara, koleksiyonerlere, alıcılara, hatta resimlerin çerçevelerine bile yatırım yaptı fakat eleştirmeni ihmal etti, dışladı, görmezden geldi. Bunun, kökleri çok daha derinlere inen, kültürel, zihinsel nedenleri de var. Bu yazıda onları bir kenara bırakayım. Hatta eleştirmen eksiğinin çağdaş sanatın kendi iç sorunsallarının oluşumunda, dönüşümünde neye mal olduğunu da bir tarafa iteyim. Sadece yatırımcı bakımından ele alındığında bile eleştirmen ve onunla iç içe geçmiş bir danışmanlık kurumunun oluşmaması son derecede vahimdir. Sadece koleksiyonların 'doğruluğu' ve 'yanlışlığı', dolayısıyla da yatırımın niteliği bakımından ele alınsa bile bu eksiklik çok ciddi sonuçlar doğurmaya adaydır. İyi eleştirmen bugün küresel bir kimliktir. Çağdaş sanatın önemi de öncelikle küresel olmaktan kaynaklanır. İsteğimiz Türk çağdaş sanatının evrensel piyasalara erişmesidir. Bunu sağlayacak olan eleştiridir. Çağdaş sanat yapısı, dokusu, doğası gereği küresel olduğu ölçüde yereldir. Onu başka bir görsel ideolojiye koleksiyoner değil eşleştirmen anlatabilir. Eleştirmen kurduğu ağ sayesinde o yapıtları devreye sokabilir. Velhasılı kelam, gene sadece yatırım düzeyinde bile bu derecede ihtiyaç vardır eleştirmene. Gelecek eleştirmenleri değerlendirenlerin ve ciddi danışmanlara sahip olanlarındır diyeyim de taş gediğine otursun.