Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Postmodernizm müzelik oldu mu?

"Türkiye'nin modern olmadığını, postmodern bir pozisyonda kaldığını düşünürüm. Postmodernizm olmadan Türkiye'nin son 20 yıllık tarihini anlamak zor. Ama, acaba ne kadar biliyoruz postmodernizmi?"

Dolaşıp çıktığımda sergiyi, "Ben müzelik olmuşum," diye düşünüp bir parça hüzünlenmedim dersem yalan söylerim. Böyle bir muhakemeye beni sürükleyen gösteri, Londra'da Victoria ve Albert Müzesi'nde gördüğüm 'Postmodernizm' başlıklı sergiydi. Çalışma 1970-1990 arasında yayılan postmodernizmi bir sanatsal akım, bir tasarım 'yöntemi' ve bir genel yaşama biçimi olarak sunuyordu. Türkiye'deki siyaseti, içinde yeşerdiği modernist kalıplardan çekip çıkarmak ve onu postmodern açılımlarla buluşturmak maksadıyla dünya kadar makale ve kitap yazdım. Şimdi, onların hepsini karşımda 'müzelik' olmuş buluyorum. Gel de hüzünlenme...

GERÇEĞİN KAYNAĞINA BAKMIYOR
Neydi postmodernlik? Her şeyden önce gerçekle ilgili bir durumdu. Fransız felsefeci Lyotard ona bu adı vermiş ve postmodernliği bir 'condition' olarak saptamıştı. Biz bu sözcüğü 'durum' diye çevirdik. Aynı zamanda şart, koşul anlamlarına da geliyor elbette. Lyotard'a göre her şeyi boydan boya açıklayan 'büyük anlatılar', mesela Marksizm, artık dünyanın geliştirdiği yeni 'durumları' çözümlemekte yetersizdi. Toplumlar çok incelmiş ve karmaşıklaşmıştı. Genel kurallar ve koşullarla, belli mekanizmalar içinde onu tanımlayan bu anlatılar artık aşılıyordu. Yani bir 'bilgi durumu'ydu postmodernlik. İkinci büyük tanımı Amerikalı Marksist düşünür Frederic Jameson yaptı. Jameson çok önemli ve çok okunan kitabında postmodernliği 'geç kapitalizmin kültürel mantığı' olarak nitelendirdi. Kapitalizmin ulaştığı evrede ürettiği bir kültür vardı. Modernizmin aşırı derecede akılcı, kılı kırk yaran, matematikler üstüne oturmuş yaklaşımları şimdi devre dışıydı. Gerçi kavramı ilk geliştiren Charles Jencks'tir ve mimariden hareket etmiştir ama mimaride görülen o karma karışık (eklektik) üslupları Jameson, modernizmin tam karşısında bir noktaya yerleştiriyordu. Üçüncü değerlendirmeyi Fransız sosyolog Baudrillard yaptı. Baudrillard da, gerçek kavramıyla meşguldü.' Gerçeğin yitimi'nden söz ediyordu. "Çünkü," diyordu, "insanlar, gerçeği yeniden üretirken, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, doğaya, gerçeğin kaynağına bakmıyor, daha önce üretilmiş, kendileri de yapay olan nesnelerden hareket ediyorlar." Böylece gerçek ötelendikçe öteleniyor. Buradan da kiç denilen noktaya varılıyor. Çünkü, postmodern dünyanın en önemli unsurlarından biri olan o karmakarışık üsluplar 'kiç'in başlangıç noktasıdır ve kökeninde gerçeğin kendisinin, saflığının, erdenliğinin yitimi yatar.

KARMAŞIK BİR DURUM ORTAYA ÇIKTI
Peki, ne olmuştu da, böyle bir çizgiye gelmiştik? Coğrafyacı ve sosyal bilimci David Harvey'e giderek açıklayalım. Harvey, postmodern dönemde zaman-mekan daralması/ sıkışması yatıyor demişti. Teknolojinin elektronik endüstrisine kaymasıyla insanlar artık eş zamanda farklı mekanlarda olabiliyordu. Telefonlar, bilgisayarlar bize bu imkanı sağlıyordu. Dolayısıyla modernitenin tek zamanda tek yerde olmak ilkesi yıkılmıştı. Bu, insan hayatında olduğu kadar sanayide de, toplumda da kendisini gösteren bir özellikti. Bir yere bağlı olarak,verili zaman içinde çalışan işçi figürü artık ortadan kalkmıştı. Şimdi yeni bir özgürlük çağıydı. Zaten gene o postmodern zamanların ürettiği akışkanlık, göçebelik gibi olgular bu yapının içinden çıkarılmıştı. Sonunda karmaşık, arı-duru olmayan bir üslup çıktı ortaya. 'Postmodernlik' diye biz bunu öğrendik, bildik, belledik. Ama bunun ötesinde, modernliğin katı sınırlarını kıran, aşan, yeni bir özgürlükçülüğü doğuran, getiren, gerçekle olan sorunlu ilişkimizi hem çözen hem daha karmaşıklaştıran bir yanı da var bu akımın ki, onu hiç önemsemedik. Oysa oradan hareket ederek çok farklı bir yere varabildirdik. Nedeni şu: Lyotard, bir şeyin modern olması için postmodern olması gerektiğini söylemişti, şık bir aforizma halinde. Ben hep Türkiye'nin modern olmadığını, daima bir postmodern poziyonda kaldığını düşündüm. Daha fazla düşünseydik üstünde bu hareketin ve bu olgunun, Türkiye'yi daha fazla anlayabilirdik. Anlayabiliriz. 1990'lardan beri siyasetin ürettiği yeni gelişmeleri de postmodern muhakemeyle hesaplaşmadan kavramak boş bir çabadır. Bakmayın siz müzeye düştüğüne hâlâ aramızda yaşıyor postmodernizm.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA