Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Muhafazakarlık kurtaracak

Biçimsiz yapılar yüzünden İstanbul'un silüetinin bozulacağı tartışması, 19. yüzyıldan beri sürüyor. Oysa eskiyi muhafaza ederek yeniyi oluşturmak bambaşka bir zihniyeti gerektirir. Türkiye henüz o aşamada değil

Bir muhafazakar estetiği tartışmasıdır başladı, gidiyor. Buna İstanbul'a yapılmış ve henüz ortadan kaldırılmamış biçimsiz yapılar yol açtı. Onlara benzer yeni yapıların geleceği ve İstanbul'un 'silüeti'ni (doğrusu bu deyime gülüyorum) değiştireceği söylenince bazı yazarlar haklı olarak bu konunun üstünde durmaya başladı.

***
Yeni değil bu tartışma. 19. yüzyılda gazeteciliğin başladığı günden bu yana İstanbul'un değişen çehresi tartışıldıkça tartışılır. Doğal; biz eski kenti her şeyden koruyarak yeni bir kent yapmayı düşünmedik. Yeni kenti ya eski kentin ortasına, orada açtığımız yere kurmak istedik ya da eski kenti bütünüyle ortadan kaldırarak. Açın Allom'un, Melling'in eski gravülerine bakın. Bugünkü İstanbul'la ne alakası var oralarda yer alan silüetin? "Batı, Batı," deyip dururuz. Orada işler bizdekinden biraz daha farklıdır. Onlar da eski kentleri yıkıp yerine yenisini yapmış, o arada bir çok eski yapıyı ve anıyı kaybetmiştir. En bariz örnek Paris'tir. Baron Haussmann, oluşturuken, Paris'i silindirle ezip geçmiş, yıkıp geçmiş, şimdi bile şaşaalı görünen bulvarlarını açmıştır. Ama bu işler 19. yüzyılda olup bitmiştir. Bir kere yapılmıştır. Bir daha da dokunulmamıştır Paris'e. Bizim gibi dün yaptığını bugün yıkan bir kültür değildir, oralardaki.

***
"Neden?" diyenler nihayet bulduğum yanıtı vereyim. Onlar taş mimarisyile meşguldür. Yapılması da yıkılması da zordur taş binanın. Bizse odun mimarisi kültüründen geliyoruz. Ahşap yapının, bırakın yıkılmasındaki kolaylığı, kendisi zamana direnemez. Bugün vardır, yarın yağmur, kar, sel, yangın alır götürür. Böyle bir kültürel genetik 'zaten' yıkılacak olanı bizim de hiç düşünmeksizin kolaylıkla yıkmamıza zemin hazırlar. İkincisi, göçebelik ve geç bir dönemde daimi yerleşime geçmek. Biz 12. yüzyılda Anadolu'ya girdik. Bu çok eski bir tarihtir. Selçuklu bir mucizedir. Büyük ölçüde Ermeni mimarisinin etkisi altındadır. Kısa bir dönemdir. Edindiği, öğrendiği taş yapı kültürünü kısa sürede terk etmiştir, çünkü kavimler göçü devam etmektedir. 12. yüzyılda Batı, büyük katedrallerini dikmiştir. Bizim maceramız Edirne Sarayı'nda bile bitmez. Ancak 15. yüzyılın ortasında biraz yerleşik bir düzen sahibi oluruz, İstanbul'la birlikte. Ama gerçekten olur muyuz, ciddi sorudur. Olmadığımız hâlâ Anadolu'dan büyük şehre, büyük şehirden Batı'ya süren göçe bakarak iddia edilir. Bütün bu koşullar yıkıp yapmayı alışkanlığımız haline getirir. Devam edelim. Biz geçmişini sevmeyen bir toplumuz. Buna koşullanmışız. Daha iyinin gelecekte olduğuna inanıyoruz. Değil geçmişle bugünle dahi başımız hoş değildir. Yıkarak bize kendimizi hatırlatan âlemlerin tesirini aşmaya çabalarız. Bu ilginç ve üstünde çok durulmamış bir konudur, ama bir gerçektir.

***
Nihayet şunu da yazayım. Şehircilik dediğimiz hadise 19. yüzyılın getirdiği 'modernleşme' ile bütünleşmiş, modernleşmenin oluşturduğu estetikle iç içe geçmiş bir olgudur. Öncesi yoktur. Yeni kent inşa etme çabasından söz etmiyorum. Her iktidar, rejim, gelir kendi kentini kurar. Bu kentsel yerleşmenin başından beri böyledir. Hattuşaş da Atina da Roma da İstanbul da bu anlayıştan derece derece payını almıştır ama eskiyle yeninin meczedilmesi 19. yüzyılın düşüncesidir. O tarihte biz de yeni bir kentleşme anlayışına girdik. Bilhassa II. Mahmud'un İstanbul'u bu bakımdan ilginçtir. Birkaç güzel örneğin dışında uydurma Barok ve Rokoko'nun İstanbul'u işgali bu dönemdedir ama bildiğim kadarıyla bunlar hep yeni şehir/anlayış simgeleri olarak ortaya çıkar. Eski daha o tarihte eskimiştir. Düşünsenize, Basmacı Abdi Efendi 'Gülşeni ezhar açtı her yana' şarkısında, III. Selim'in yaptırdığı bir kasrı övmektedir. Bu anlayış, yani eskinin varlığını düşünmeden devam eden yeni yapma çabası sürüyor. Günümüzde bunu çıldırtan asıl büyük neden ise arazi spekülasyonudur. İstanbul göç alıyor, sermaye alıyor. Bu, nüfus demektir, yapı, mekan demektir. Gökdelenler, yatayda yetersiz arazinin dikeyde sağlanmasıdır. Devlet bile İstanbul'a taşınmayı düşünürken spekülatör eskinin silüetini kaale alır mı?

***
Bütün bunları durduracak olan Kültür Bakanlığı'nın veya bir başka devlet kuruluşunun zecri önlemleri midir? Kısmen bazı şeyler o yoldan yapılabilir. Fakat eskiyi muhafaza ederek yeniyi oluşturmak, bambaşka bir zihniyete geçmeyi gerektiriyor. Bu bir burjuvalaşma, kapital sahibi olma, doyma meselesidir. Türkiye henüz o aşamada değil. Biz henüz en kaba hırslarımızla yaşıyoruz. Henüz kent toplumu olmaya çalışıyoruz. Zamanla da bu 'modernliğimizden' kurtulacak, 'muhafazakarlığımızı' edineceğiz, öğreneceğiz. Muhafazakarlaştığımızda eski İstanbul da kurtulacak...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA