Herkes gibi ben de İbrahim Tatlıses'i, 1975 yılı dolaylarında okuduğu Ayağında Kundura türküsüyle tanıdım. Aman aman olmayan parçayı değil sesi dinliyor ve "Bu adam ne okusa dinlenir," diyordum. Öyküsü kısa sürede ortaya döküldü. Benzeri birçok insan gibi o da İstanbul'a gelmiş, inşaatlarda soğuk demir ustası olarak çalışmıştı. Hiç şüphe yok ki, sahip olduğu büyük irade, hırs, azim, kararlılık ile içinde bulunduğu şartların dar kalıbını parçalamış, 'mağarada doğmuş' bir insandan 'Türk rüyası' denebilecek bir başarı çıkarmıştı. Okuma yazması bile yok denecek kadar az olan bu kişi zamanla önce işindeki büyük başarısıyla, yeteneğiyle, sonra da aklının ve zekasının yardımıyla filmler çevirmiş, senaryolar yazmış, nihayet işadamı olmuştu. Varlıklı, güçlü bir insan olarak sivrilmişti. Geçenlerde bir yakınımla konuşurken söylediğim gibi, beni daima düşündüren bir soru vardır. Tatlıses'in Ayağında Kundura türküsünde, o 'plakta/kaset'te ne vardı ki ve nasıl bir mekanizma onu bu şekilde biçimlendiriyordu ki, bütün Türkiye bir anda onunla sermest olmuştu? Bu soru mesela Zeki Müren'in veya Elvis Presley'in doldurduğu ilk plak için de geçerlidir. Hangi yatan aslan o müzikle, o sesle kımıldamıştır, toplumsal bilinçte? Şu veya bu. O ayrı bir konu. Mesele, o çıkışın bir tesadüf olup olmamasıdır. Tatlıses başarısının rastlantı olmadığını arkadan gelen yıllarda daima başa güreşerek kanıtladı.
GEÇMİŞİNDEN İNTİKAM ALMIŞTI
İkinci konu, onun neyi, kimi temsil ettiği, nasıl bir sosyolojiye hitap ettiğidir. Yazmayı düşündüğüm 'binlerce' (!) kitaptan biri, Türkiye'nin 1950 sonrasındaki toplumsal dönüşümünü Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Fatih Terim, Bülent Ersoy gibi, her birisi son altı onyılın birinde etkili olan popüler kültür 'ikonaları' veya efsaneleri üstünden anlatmaktır. İbrahim Tatlıses de onlardan biridir. Keşke yazabilsem; o zaman şunları söyleyecektim. İbrahim Tatlıses, bir kere, diğerlerinden epeyce farklı bir geçmişten geliyor ve gerçekten de yukarıda değindiğim gibi, Türk rüyası denecek yükselme, sınıf atlama hallerinin somut bir örneği. İkincisi ve belki de daha önemlisi, popüler bir figür olarak, bütün benzerlerinde olduğu gibi karmaşık bir kimliğe sahip. Bunların arasında üç unsur dikkat çekiyor.
MAÇOLUK VE DUYGUSALLIK
Birincisi, İbrahim Tatlıses 1970'lerin ortasında doğdu ama asıl ününü 1980'lerden sonra yaptı. Başlangıçta ezilenlerin, garibanların temsilcisi olarak inşa etti imajını. İlk filmlerinde Yılmaz Güney'den alınmış bir tip vardır. Tabii, her benzerinde olduğu gibi, sonunda yükselecek, rakiplerini alt edecek, intikamını alacaktır. Bu kimlik Özal döneminde ayrı bir değer kazandı. 'Köşe dönme' düşüncesini İbrahim Tatlıses bir işadamı olarak kendi hayatında yaşadı ve somutlaştırdı. Artık yapay bir film görüntüsü, tipi değil, kanlı canlı, somut bir insan olarak zengindi. Sınıf atlamış, geçmişinden intikam almıştı. Ne var ki, atladığı sınıf, onun geçmişinden kurtulması anlamına gelmiyordu. Her şeyiyle feodaldi. Kadınlarla olan ilişkisinde, hiç saklamadığı 'harem' hayatında, belindeki silahta, mangal partilerinde feodal kimliği daima öndeydi. Bu, Türkiye için yabancı olmayan bir görüntüydü. 1980 sonrasında toplum zaten böyle bir insan tipiyle özdeşleşmişti. Güney Doğu Anadolu'nun infilak etmesi, bir yandan büyük kentlere akan milyonlarca bölge yoksuluyla, bir yandan o bölgenin zaman zaman karanlık ilişkilerle iç içe geçen sermayesiyle bu görüntüyü katılaştırıyordu. İşin şaşırtıcı yanı, Tatlıses'in, bırakmak bir yana, üstüne basa basa büsbütün yapaylaştırdığı ve parodik hale getirdiği, bir şov aracı olarak kullandığı 'şive'si bu gerçeğin ta kendisiydi. Sonra kadınlar... Şov dünyasında kadınlarla sorunlu ilişkiler yaşamaksızın şöhrete ulaşmış tek erkek bulunmaz. O da bunu, bilerek-bilmeyerek, sonuna kadar yaşadı, hayatına giren, çıkan bir çok kadınla. Bundan ona 'maço'luk kaldı, duygusallık kaldı. Buna bir de yeraltı ilişkilerini, bir parçası olduğu şiddet ve çatışmaları eklemek gerekir. Üçüncüsü 1990'lardan sonra başlayan yeni dönem oldu. Kürt meselesinin ortaya döküldüğü bir dönemde Tatlıses duracağı yeri bulmakta çok zorlandı. Bir yanda PKK baskısı, diğer yanda 'velinimeti' olan büyük çoğunluğun tedirginliği arasında sıkıştı. Gidip bağımsız milletvekili olması bunun bir göstergesiydi. Sonra da gidip Cem Uzan'ın ulusalcı-popülist-faşizan partisinden aday oldu. İşin özü, tartışmasız olarak büyük bir ses olan İbrahim Tatlıses bir popüler kültür 'şablonu' sıfatıyla, işin özüne uygun bir biçimde, karmaşaların, çelişkilerin, çatışmaların insanı oldu. Okuduğu bir çok türküyü büyük bir zevkle dinledim. Ama en son Mehmet Barlas'ın yazısından öğrendikten sonra Sadettin Kaynak'ın Kara Bulutları Kaldır Aradan ve Batan Gün Kana Benziyor parçalarını dinledim. Hem Kaynak'ın müziğini kaynakları itibariyle yerli yerine oturtuyordu, muhtemelen ne yaptığını hiç bilmeyerek, hem de eşsiz bir sesin çağlayışını duyuruyordu. Büyük eksiği sesini daha fazla eğitmemesiydi. Ama ne gam, Tarkan bir yana bırakılırsa, 1990'larda ve 2000'lerde onunla yarışacak bir popüler figür çıkmadı. Bu, Tatlıses hâlâ aşılamadı demektir.