Cumali Turanbayburt öldürüldü. (Ne) Mahreç Adana. (Nerede) Sene 1951... (Ne Zaman) Silahla vurularak... (Nasıl) Cinayet sebebi kan davasıydı. (Neden) Ferdi Tayfur'a hayranı olduğu ses ve dublaj sanatçısından ilhamla aynı ismi veren babası. (Kim)
2025'in ikinci günü, 80 yaşından gün aldıktan sonra vefat eden Arabesk'in dört büyük isminden biri Ferdi Tayfur'un yaşam öyküsü, böyle dezavantajlı bir 5 N, 1 K ile başladı. Öykünün başlangıç tarihi 15 Kasım 1945.
Babası vurulduğunda Tayfur henüz altı yaşındaydı ve aile çok yoksuldu. Adana'ya maksimum 25 kilometre uzaklıktaki Taşçı Köyü'nden at arabasıyla Hürriyet Mahallesi'ne geldiler.
Yüzölçümü küçük olmasına rağmen sadece Adana'nın değil, Türkiye'nin en şöhretli mahallerinden biri olan Hürriyet, benim de doğup büyüdüğüm mahalledir. Burada Arabesk 'seçmeli' değil, 'zorunlu' dersti. Dolayısıyla Ferdi Tayfur'un müziğiyle de, tıpkı Müslüm Baba'nın şarkıları gibi 1980'de, beş yaşındayken tanıştım. Mahallemizde öncelikle Arabesk'e 'maruz kalırdık'. Sonra Arabeskçilerden birini seçip severdik, hayat yollarımızı da mecburen seçtiğimiz gibi...
Ben Müslümcülüğü seçtim. Mahallede Ferdici arkadaşlar da vardı, Orhancı da, İbocu da... Mahallemizde kimsenin birbirinin zevkine karışmaması ve bir acı söz konusu olduğunda ise bunun elden geldiğince üleştirilip hafifletilmesi esas idi. Bundan âlâ demokrasi kriteri mi olur? Ha; kavgalar da çok olurdu, ama öfke kalıcı değildi. Çünkü mahallede öfkenin özü; parasızlığa, yoksulluğa ve giderek hayatın adaletsizliklerine yönelirdi hep. Arabesk bu yüzden bizim mahallede doğup büyüdü.
BURJUVAZİDE GİZLİ ARABESK DİNLEYENLER VARDI
Arabesk'in yıllarca entelektüellerce görmezden gelinmesinin sebebi; ideolojisiz, 'ferdi' ve bağımsız itirazın etki gücünü küçümsemeleriydi. 'Sol'un özneyi hiçe sayan ruhsuz nesnelliğiyle burun kıvırıyorlardı Arabesk'e. (Ki Adorno başta olmak üzere Frankfurt Okulu bu tür bir nesnelliğin âdeta içinden geçmiştir.) Hâlbuki 'Burjuvazi' içinde bile şifreyi çözenler ve çaktırmadan Arabesk dinleyenler vardı. Bunlardan biri merhum Mustafa Koç'tur. Gizli gizli dinlerlerdi, çünkü Arabesk o zamanlar hakir görülen bir müzik türüydü. Bu bağlamda Polisiye alt türünün edebiyatta yaşadığı ayrımcılığın daha şiddetlisine 70, 80, 90, hatta Milenyum başı itibarıyla epey maruz kalmıştır Arabesk.
Kim ne derse desin Ferdi Tayfur büyük sanatçıydı. Nisan Yağmuru, Canına Okuyacağım, Çocuk Olsaydım, İçimde Bir His Var, Sevebilseydin, Hatıran Yeter, İçim Yanar, Bana Sor gibi Tayfur şarkılarındaki harmoniyi az sayıda müzik eserinde bulursunuz. Bu yazıyı yazarken bana 'soundtrack'te eşlik de etti bu şarkılar.
TAYFUR'UN ARABESKİ, SCHOPENHAUER'IN METAFİZİĞİ
Müzik, Antik Yunan'dan beri pek çok düşünürün üzerine kafa yorduğu en yüksek sanattır. Ama onu 'idealar' düzleminde ilk gören Arthur Schopenhauer'du. Şöyle demişti Baba: "Müzikte dünyadaki hiçbir varoluş fikrinin kopyasını göremeyiz. Öylesine asil bir sanattır ki evrensel olarak anlaşılabilen tek dildir."
Arabesk'in küçümsenmesinin nedenlerinden biri de hayata itirazın yanı sıra platonik dâhil her türlü aşk/ayrılık acısını sık tekrarlanan bir temaya dönüştürmesiydi. İyi de ozanlar, romancılar, tiyatrocular, sinemacılar tarih boyunca aynı konuyu işlemedi mi? İnsan türünün devamının önündeki engellerden daha çekici sanat teması mı olur! Schopenhauer, Aşkın Metafiziği'nde detaylı anlatmış.
Ama işte yoksulların aşktan bahsetmesi garipseniyordu, hatta küçümseniyordu.
Netice olarak Ferdi Tayfur; ardında 50 albüm, 34 film, 5 çocuk ve bu yönü hemen hiç bilinmez ama 4 roman bıraktı. Evet, yanlış duymadınız, 4 roman... Şekerci Çırağı (2003), Yağmur Durunca (2008), Bir Zamanlar Ağaçtım (2013), Paraşütteki Çocuk (2014). Henüz okumadım ama ölümünü fırsat bilip romanlarını da alıp okuyacağım. Bunların, sanatçının "İlle de roman da olsun" diyerek yazdığı eserler olduğunu da sanmıyorum.
Mahşerin Dört Atlısı Arabeskçiden ikisi gitti. Dört atlı teşbihi de bana değil, Tayfur'un kendisine ait. SABAH Günaydın'da 7 Ekim 2019'da Tuba Kalçık'a verdiği röportajda söylüyor. Mahşerin Dört Atlısı'nda (Benim öznel estetik sıralamamla Müslüm, Ferdi, Orhan, İbo) her zorlukta inatla dirilen, tutkulu bir yaşam güdüsü vardı. Arabesk'ten güç alıyorlardı çünkü. Ve 'o meçhul yere' gitmeden önce ne kadar söz söyleyebiliyorlarsa o kadar söylediler. İkisi gitti, ikisi kaldı.
Gürses'in ardından Arabesk şövalyesinin paralel evreni başlıklı bir yazı yazmıştım. Tayfur'un ardından da ikinciyi yazmış olduk. Ferdi Tayfur'a Allah'tan rahmet diliyorum. Eserleri, eminim tıpkı Müslüm Baba'nın şarkıları gibi nesiller nesiller boyu yaşayacaktır.