Yazıya; size kitabın ortasından bir soru sorarak başlayacağım ve diyeceğim ki; "Türkiye bir deprem ülkesi, hatta dünyada zelzele yüzünden en çok can kaybı yaşayan ülke. Ama deprem olgusu, ülke gündemleri arasında Trending Topic listesine bile girmiyor. Yıllar yılı deprem hiç olmayacakmış gibi davranmışız. Acaba neden?"
Cevabı öyle hemen bir çırpıda verilecek bir soru değil, farkındayım. Bu konuda politikacılar, bilim insanları, gazeteciler üzerine düşeni ne ölçüde yapmış diye de sordum kendime. Ve çuvaldızı başkasına batırmadan önce iğneyi kendime batırdım ve SABAH Pazar'daki 12 yıllık yazı arşivimde deprem yazısı aradım. Yalan yok, 6 Şubat afeti sonrası yazılan iki yazı haricinde tek bir yazı bulabildim. 29 Eylül 2019'da 'Bir Tabii Komplo'nun Kısa Tarihi: Deprem' başlıklı bir yazı yazmışım. Tek yazı, evet kapsamlı bir yazı, ama bir başına benim açımdan çok yetersiz.
Demek ki her birimiz tepeden tırnağa bu meseleye yeterince ilgi gösterememişiz. Hadi genç olsak, misal 2000 sonrası doğumlu falan olsak; bu hafif tabirle duyarsızlık, ağır tabirle aymazlık bir nebze tolore edilebilir. Ee ama biz, ülke olarak 20. Yüzyıl'ı büyük bir depremle kapatmadık mı? Nesil olarak 17 Ağustos 1999 depremini yaşamadık mı? Dahası ben bireysel olarak deprem bölgesinde bir ay çalıştım ve hayatım boyunca unutamayacağım manzaralara şahit oldum.
TOKİ EVLERİ VE YENİDEN İNŞA SÜRECİ
Öyleyse neden unuttuk, daha doğrusu görmezden geldik? Niye deprem yokmuş gibi davrandık, binlerce yıldır bu topraklarda var olan bu gizemli olguyu; neden keşfetmeye çalışmadık? Hani Freud diyor ya, "Bir insan bir yere bakıyorsa, orada ilgilendiği bir şey vardır; ama bir insan bir yere hiç bakmıyorsa orada ilgilendiği bir şey kesinlikle vardır" diye; biz de ilgi duymamız gereken yere, derinden derine çok ilgi duyduğumuz yere bakmamayı seçtik.
Peki; sizce zamanı durduran bu ölümlerden ders alıyor muyuz, yoksa zamana inat yaşamaya devam mı ediyoruz? Bu soruyu hepimiz kendimize sormalıyız. Tarih 100 yıldır rüzgâr gibi arkamızdaydı, ama 100. yılın ilk 10 yılı tarihe karşı kürek çekeceğiz. Bununla birlikte yine zaman baskısıyla 'başaracağız'. Bizim millet, zaman baskısıyla daha becerikli hale gelen ve iş gören insanlardan müteşekkildir, yaparız.
Afet gerçekleştikten sonra depremin sonuçlarıyla mücadele etmek son derece güç, imkânsıza yakın. Hele de afet, 6 Şubat'ta olduğu gibi 10 ili kapsayan geniş bir coğrafyayı etkilerse… Demek ki, afetin önlemi önceden alınmalı. Binalarımız, yuvalarımız; iyi zemin seçimi ile sağlam biçimde yapılmalı.
Depreme dayanıklı binadan kasıt, Naci Görür'ün altını çizdiği üzere konutun depremde yıkılmayacak mukavemette yapılması. Enkaza dönüşmesin, içindeki insanlar sağ çıksın, bina temel misyonunu yerine getirmiş oluyor. Ancak depremde hiç hasar görmemesi işin bonusu olur. Ki böyle binalar var, son depremlerde gördük. Deprem bölgelerinde usulüne uygun yapıldığı için yıkılmayan, hasar görmeyen binalar var. TOKİ konutları iyi bir emsal mesela. Eğer tek bir TOKİ konutu yıkılsa ya da hasar görse devlete "Sen bu imar işinden uzak dur" diyebilirdik. Ama şimdi bilakis bu konuda devletin 'know how'ına ihtiyacımız var. Devlet, zemin etüdünden başlayarak pek çok konuda bu işin uzmanlarına danışarak adımlar atacak. İmar işinde sicilinin temiz olması sayesinde devlet sahada özgüvenle çalışabilecek.
Peki; akademi, üniversiteler bu deprem işinde nerede duruyor? Bir gecede değilse bile 24 saat içinde -ucu açık- 43 bin 556 insanımızı yitirdik. Her nesilden; Bebek Patlaması Kuşağı, hatta Sessiz Kuşak'tan; X, Y, Z ve dahi Alfa Kuşağı'ndan, yani bebeklerden enkazlarda can verenler oldu. Yaşlılarımızın, dolayısıyla hafızamızın, yetişkinlerimizin, yani üretkenliğimizin ve çocuklarımızın, geleceğimizin bir kısmını kaybettik. Savaş gibi…
Akademi bu konuda üzerine düşeni yaptı mı? Pek sayılmaz. Eskisinden çok, ama çok daha fazla çalışmamız gerektiği açık.
TÜRK YER BİLİMCİLERİN DEPREM SÖYLEMLERİ
Deprem ve akademi demişken… Bu deprem konusunda hakikaten milleti bilinçlendirmek isteyen bilim insanlarımız var. Misal bir Naci Görür; soyadıyla müsemma bir bilim adamı olarak, Maraş (7.7 Pazarcık ve 7.6 Elbistan) ve Hatay'daki fay kırılmalarını (6.4) tahmin etti. Tahmin bile önemli. Çünkü daha önce de yazdığım gibi önceden depremin spesifik istihbaratını veren (şu tarihte şu saatte, şu bölgede, şu büyüklükte bir deprem olacak diyen) bir teknoloji yok.
Son günlerde Naci Görür'ün epey videosunu dinledim; Ahmet Ercan'ın da…
Devleti ve toplumu yeri geldiğinde eleştirerek uyarmaya çalışmışlar, çalışıyorlar.
Naci Görür anlattığında net biçimde anlıyorum İstanbul depremi meselesini. Ama misal Celal Şengör, daha Esenyurt'un, Göktürk'ün nerede olduğunu bilmiyor, İstanbul için zemin analizi yapıyor. Dünyanın en önemli jeologlarından biri olduğunu söylüyor, olabilir, doğrudur; ama yaşadığı yeri bilmiyor.!
'Uzmanlarda' bir takım çalışması da yok. Celal Şengör ayrı bir telden çalıyor, Şener Üşümezsoy ayrı… Gerçi çeşitlilik iyidir ama Şengör'ün jakobenliğe her an kayacakmış gibi duran o monşer tavrı, bu ülkenin gerçeğinden uzak. Naci Görür daha sahici mesela. Bir de deprem yöresi (Elazığ) insanı olduğu için…
Şimdinin depremleri de, deprem bilimcileri de 20. Yüzyıl'ın depremlerinden ve 'deprem bilimcileri'nden farklı. Maraş'taki seri depremler ve sonrasında gelen artçılar, derken Hatay Defne merkezli 6,4'lük son deprem yabancı uzmanlar da dâhil bilim insanlarını şaşırttı. Hepsi olası İstanbul depremini de konuşuyor. Ahmet Ercan; "Yönetim, Kuzey Marmara'da her an M7,5 deprem olacakmış gibi İstanbul, Tekirdağ, Yalova, Bursa, Kocaeli, Balıkesir'i hazırlamalı. Halk ise hiç deprem olmayacakmış gibi olağan yaşamını sürdürmeli. Deprem korkutmaları saçanları dinleyip yaşarken ölmeyin" dedi. Şimdilik en doğru perspektif de bu. Uzmanların ortak söylemi; depremi bir beka meselesi olarak ele alıp; dayanıklı binalar inşa etmek.
ZELZELENİN TEMEL KAVRAMLARI
Depremi tanımaya; onun belli kavramlarına vakıf olmakla başlamalıyız. Şiddet ve büyüklük farklı şeyler mesela. Depremin büyüklüğü, sarsıntı sonrası açığa çıkan enerjinin boyutunu gösteriyor; şiddet ise yıkımını… Misal 7.7 büyüklüğündeki Pazarcık depremi, denize doğru çıkış noktası olan Hatay'da 9 şiddetinde hissedilebiliyor. Son afet dalgasında olan da buydu zaten. Büyüklük Ritcher, şiddet ise Mercalli ölçeği ile ölçülüyor; bu nüansları her vatandaşın bilmesinde fayda var.
S dalga hızı, depremde fay hatlarının hareket hızını ifade ediyor. Sanılanın aksine; S dalga hızının fazla olması bazen yıkımı azaltabiliyor, çünkü dalga hızının yavaş olması, depremin geçip gittiği yerde kalma süresini uzatıyor; bu da yıkımı artırıyor.
Sıvılaşma da bilinmesi gereken olgulardan biri. Deprem, yeraltı sularını da serbest bırakıyor bazen; bazen de toprağı, sıvısından ayrıştırıyor ve su yüzeye çıkıyor. İskenderun'da olan da buydu; deniz suyunun taşması ya da Tsunami değildi.
Öte yandan deprem öncesi ekonomik kriz sürecinde sık sık gündeme gelen fırsatçılık olgusunu, maalesef depremden sonra da müşahede ettik ülke olarak.
'Anormal/olağanüstü' durumları bir kenara bırakın; 'normal' durumlarda bile dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak şeyler bizde oluyor: Millet barksız kalmış, komşu illerde kira fiyatları patlıyor. Buna ancak 'deprem enflasyonu' denilir, literatürde yeri yoktu, ama biz yaptık, oldu!
Genele teşmil edilemeyecek olsa da bizim bir ahlak sorunumuz var. Afette fırsatçılar piyasaya çıkıyor. Dayanışmadan çok onu konuşuyoruz. Bilgiye ulaşmanın, onu yaymanın adabından da yoksunuz. Acziyet duygusunu körükleyecek komploların, dezenformasyonların bini bir para!
17 Ağustos 1999'dan sonra da bu minvalde şeyler yaşadık. 1999 depreminden sonra Ahmet Mehmet Işıkara gündemi domine etmeye başlamıştı. Tek seçenek oydu; rahmetliyi 'Türkiye'nin en seksi adamı' diye PR malzemesi bile yaptılar. 1999'ların Türkiyesi, afetten sonra bu tür magazinel haberlerle yaklaştı deprem meselesine ve deprem bilimcilere… Işıkara'nın kulaklara en çok küpe olacak sözü şuydu: "Depremle yaşamaya alışmak zorundayız."
Elhak öyle… Ve bu kez, ders çıkarmalıyız. Deprem; 6 Şubat 2023 itibarıyla
-terör gibi tehditleri yine öncelikli sorunlar kategorisinde tutmak koşuluyla- Türkiye'nin bir numaralı milli güvenlik meselesi haline gelmiştir. TSK, MİT ve tüm ilgili kurumların tehdit konsepti yenilenmiştir. Bugüne kadarki kolektif deprem körlüğünün psikolojik sebeplerinden biri; görmekten korktuğumuz şeye bakmak istemememizdi. Ama artık bakmak ve görmekle yetinmemeli; gördüklerimizi de değiştirmeliyiz.
Kısa sürecek, ama kalıcı olacak bir mühendislik çağının miladındayız. Ve bundan böyle liyakatli ve namuslu mühendisliğe her zamankinden çok ihtiyacımız olacak.
AFETTEN ÇIKARILABİLECEK 7 TEMEL DERS
1- Öncelikle herkesin bir özeleştiri yapması gerekiyor. Sol terminolojinin klişesi olan özeleştiri, 6 Şubat 2023 sonrası 'yaşamsal' hale geldi.
2- 6 Şubat'ın en ince dersi: Deprem; dikey mimariyi ve bitişik nizam yapılaşmayı sevmiyor.
3- Dayanıksız her bina bir bombaya, silaha dönüşüyor, önce sağlam bina yapmalıyız.
4- 6 Şubat, olağanüstü bir doğa olayıydı, ama bir doğa olayıydı, HAARP falan değil!
5- Deprem; en az terör, salgın ve savaş riski kadar büyük bir milli güvenlik tehdidi.
6- Afet bölgesindekilerin binaları zaten kontrol ediliyor. İstanbul'dan başlayarak tüm Türkiye: Binalarınızı kontrol ettirin.
7- Kentsel dönüşüm daha fazla para isteyen müteahhidin, daha fazla metrekare isteyen daire sahibinin insafına terk edilemez.