Şiddetli soğuklarda zaman zaman buz tutan Mälaren Gölü'ne bakan, kulesi üç altın taçlı, ihtişamlı ikonik Stadshuset binası -Nobel Ödülü törenlerinin yapıldığı yer olarak- 1923'ten bu yana nice tarihi âna tanıklık etmiştir. Ve Nobel'in 118 yıllık mazisinin portresini çıkaracağımız bu yazıda kanıtlarıyla göreceğiniz üzere, bu tarihi anların hatırı sayılır bir kısmı adaletsizlik ve dahi bu yıl tanık olduğumuz üzere zulümle anılacak nitelikte.
Soğuk, asil, gizemli ve de kişilikli bir şehir olan sendromuyla meşhur Stockholm, 1901'den beri dağıtılan ödüller nedeniyle de yeni bir sendroma yol açtı bence: Nobel Sendromu. Edebiyat dalındaki ödüllerin artık edebi değil, politik kriterlere bile halel getirecek ölçüde yozlaşması olması yüzünden...
Stockholm Sendromu kavramı, rehinin, kendisini rehin alan kişiye zaman içinde güçlü empati ve sempati duyguları geliştirmesiyle ortaya çıkan paradoksal psikolojik durumu adlandırmak üzere kullanılıyor. 1973 yılında İsveç'in başkenti Stockholm'de bir banka soyguncusu tarafından rehin alınan kadının, soyguncuya duygusal olarak bağlanmasını betimlemek üzere ortaya atılmış bir kavram bu. Zira kadın, serbest kaldığında soyguncuyu savunmanın ötesinde, nişanlısını terk etmiş ve kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını beklemişti. Psikiyatr Nils Bejerot, bu durumu Stockholm Sendromu olarak nitelendirdi.
Srebrenitsa Katliamı'nı inkâr eden ve Sırp savaş suçlularını savunan Avusturyalı Peter Handke'ye 2019 Nobel Edebiyat Ödülü'nün verilmesi de Stockholm'deki Nobel Sendromu'nun tetikleyicisi. Handke, ödülü Salı günü Stadshuset'te aldı. Onca tepkiye rağmen hiç sıkılmadan…
Aslında Nobel Sendromu, geçtiğimiz yıl cinsel taciz tartışmalarından ötürü İsveç Akademisi'nin Edebiyat Ödülü verilmeyeceğini açıklaması üzerine başlamıştı. Bu kararın gerekçesi; Akademi'nin, üyelerinden birinin eşi hakkındaki cinsel taciz iddialarıyla çalkalanmasıydı. Bir başka deyişle Akademi, bu nadas kararını kamuoyunun güveninin yitirilmesi üzerine almıştı. Bu yılki Peter Handke olayı da buna tuz biber ekti. Nobel Komitesi Üyesi Gun-Britt Sundström, bu yıl edebiyat ödülünün Handke'ye verilmesi üzerine istifa etti. Sundström, geçen yılki cinsel taciz skandalının ardından komitede gerekli değişikliklerin yapılmamasını da istifasına bir diğer gerekçe olarak gösterdi.
HAM KARPUZ YENİLMEZSE KÖTÜ ROMAN DA OKUNMAZ
Peter Handke'nin şovenist ve daha fenası soykırım yanlısı siyasi tutumuna geçmeden önce edebiyatı üzerine bir iki kelam edeyim. Bir Handke eserleri uzmanı (!) değilim. Yıllar önce Kalecinin Penaltı Ânındaki Endişesi adlı romanına başlamış, bitirememiştim. Rahmetli Fethi Naci'nin "Karpuzu kestin. Baktın ki kabak. Gene de zorla yiyecek misin o karpuzu? Kitap da böyledir" şiarı gereği romanı yarıda bıraktım. Sarmadı, ne yalan söyleyeyim. Bir edebiyat okuru olarak bana hitap etmiyor Handke.
Handke'nin annesi bir müntehir. 1971 yılında intihar etti. Bu trajik olay nedeniyle Mutsuzluğa Doyum adlı anlatısını yazdı. Haklı bir gerekçe değil elbette ama belki de bu yüzden bu kadar 'kötü' birine dönüşmüştür, kim bilir.
Bu yılki Edebiyat Ödülü'nün Handke'ye verilmesine tepki olarak Türkiye, Arnavutluk, Kosova ve Hırvatistan Stadshuset'teki törene katılmama kararı aldı. Soykırım ve savaş suçlarından yargılanması sürerken cezaevinde ölen eski Sırp lider Slobodan Miloseviç'e duyduğu hayranlığı gizlemeyen bir isim Handke. 1990'lardaki Balkan savaşlarında Sırpları desteklemiş ve 2006 yılında savaş suçlarından yargılanan Miloseviç'in cenazesinde konuşma yapmış biri.
İsveçli gazeteci Christina Doctare, böylesi birine Edebiyat Ödülü verileceğinin duyurulması üzerine kendi aldığı Nobel'i iade edeceğini açıkladı. Doctare 1988 yılında Birleşmiş Milletler Barış Gücü sağlık ekibinde görev yaptığı için almıştı ödülü. Bosna Katliamı'nın gerçekleştirildiği dönemde oradaydı ve soykırıma şahit olmuştu.
Nobel'in tartışmalı tarafsızlığına iyiden iyiye halel getirenlere tepki gösteren Doctare'ye helal olsun.
ORTAYA ÇIKIŞI BİLE TARTIŞMALI
Peter Handke olayı tek misal değil. 1939 yılında Alman diktatör Adolf Hitler'e bile ödül verilmeye niyetlenildi. İsveçli parlamenter Erik Gottfrid Christian Brandt, Hitler'i aday göstermek istedi, ancak buna izin verilmedi. Bu, yalnızca bir örnek. İkinci Dünya Savaşı boyunca altı yıl ve 1935'te de ödüle değer bir aday olmadığı gerekçesiyle verilmeyen, bunun haricinde 1901'den bu yana 118 yıldır verilen ödüllerin tarihçesine bir bakalım.
Aslında Nobel Sendromu, ödülün ilk verilmeye başlandığı yıllara dek uzanıyor.
Zira ödüller, İsveçli dinamit tüccarı kimyacı Alfred Nobel'in anısına veriliyor.
Nobel, nitrogliserini patlayıcı madde olarak kullanmanın yollarını araştıran, bu uğurda çalışma yürütürken meydana gelen patlamayla üzerine laboratuvar yıkılan, ancak buna rağmen çalışmalarından vazgeçmeyen bir isim. 1864 yılında araştırmalarının meyvesini dinamit barutunu bularak aldı. Dinamitin Nobel tarafından icadından sonra Avrupa'da savaşan taraflara bu yeni 'ürün' satıldı ve Nobel hatırı sayılır bir servet yaptı. 30 Aralık 1896'da açıklanan vasiyetinde de kazandığı bu paranın ödüle çevrilmesini istedi. Bilhassa Nobel Barış Ödülü bu mazi ile çelişen bir niteliğe sahip.
İlk düğmenin yanlış iliklenmesiyle başlayan bu gelenek ("Bütün yanlışlar başlangıçla ilgilidir" der 1950 yılında Nobel değil ama Strega Edebiyat Ödülü'nü aldığı gün intihar eden İtalyan şair, yazar Cesare Pavese) halen devam ediyor. Mesela 2012 yılında pek çok ülkesi silah ticaretiyle para kazanan Avrupa Birliği'ne Nobel Barış Ödülü verildi.
Bir başka örnek: Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk ve şu ana kadarki tek siyahi Başkanı Barack Obama, 2009'da askeri, dünyanın pek çok bölgesinde emperyal maksatlarla savaşan bir devletin lideri olarak Nobel Barış Ödülü aldı. Buyrun burdan yakın!
Nobel Barış Ödülü sahipleri arasında en çok tartışılan zatlardan biri de ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger. 1973'te ödüle layık görülen (!) Kissinger, Vietnam Savaşı'nın sona ermesindeki katkısı nedeniyle ödül aldı. Kendisiyle birlikte aynı ödüle layık görülen Kuzey Vietnamlı siyasetçi Le Duc Thoise ödülü almayı reddetti. 2002'de ABD eski Başkanı Jimmy Carter'a 'demokrasi ve insan haklarını ilerletmek ve uluslararası çatışmalara barışçı çözüm bulmak için gösterdiği çabalar'dan ötürü Barış Ödülü verildi. Bu da bir başka Nobel Sendromu göstergesi.
ÖDÜLÜ GECİKMELİ ALAN İKİ SOVYET
Nobel Edebiyat Ödülü'nü alamayan, daha doğrusu gecikmeli olarak alan iki Sovyet yazar var. Bunlardan daha önemlisi Boris Pasternak. 1958 Nobel Edebiyat Ödülü'nü Sovyet rejiminin baskıları nedeniyle reddetmek zorunda kalmıştı Pasternak. Rejime olan sadakati hep sorgulandığı için eserlerinin çoğunu ülkesinde bastıramamıştı. Şiirlerini çoğu zaman kağıtlara yazarak elden ele dağıtmak zorunda kalmıştı. 40'lı yıllardan itibaren şiiri bıraktı, telif değil tercüme eserlerle 'ekmeğini kazanmaya'başladı. Tarihte Tolstoy, Hemingway gibi örnekler hariç pek çok edebiyatçı gibi 'zengin' değildi, hatta 'entelektüel' olduğu bile söylenemezdi, ama iyi bir şair ve yazar olduğu kuşku götürmezdi. Zorluk ve hatta çileler, onu doğrudan değilse bile -engeller arzuyu kamçıladığı için- dolaylı yoldan daha iyi sanatçı olmaya teşvik ediyordu. Bununla birlikte bu engeller iyiden iyiye büyüyünce bunalıma girdi, bir romanının yurtdışında Sovyet otoritelerinden izinsiz basımı üzerine hayatının son dönemi kâbusa döndü. Öyle ki rejimden gördüğü baskılar nedeniyle intiharın eşiğine bile geldi. Pavese ya da Hemingway gibi intihar etmedi ama intiharı düşündü.
Bu baskılar ölümünden sonra da devam etti. Doktor Jivago adlı meşhur romanındaki Lara karakterinin ilham kaynağı alan sevgilisi Olga Ivinskaya casusluk suçlamasıyla kızıyla birlikte hapse atıldı. Pasternak işte bu baskılar nedeniyle 1958'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü alamadı.
25 Ekim 1958'de Akademi'ye bir teşekkür ve minnet telgrafı gönderdi. Ancak Sovyet rejiminin baskıları üzerine dört gün sonra aynen şunu yazmak zorunda kaldı:
"Ait olduğum toplumdaki anlamını düşünerek, bana verilen bu hak edilmemiş ödülü reddetmek zorundayım."
Sovyet rejimi, Pasternak'ın ölümünden 29 sene sonra, oğlu Yevgeni Pasternak'a babasının adına Stockholm'e gidip Nobel'i alması için özel izin verdi.
Bir diğer Sovyet yazar Aleksandr Soljenitsin 1970'de Sovyetler Birliği'ne döndükten sonra başına geleceklerden korktuğu için Stadshuset'teki törene katılamadı. Ve ülkesinden sürgün edildikten sonra 1974 yılında ödülü aldı.
Fransız egzistansiyalist yazar Jean-Paul Sartre ise Nobel Edebiyat Ödülü'ne 1964 yılında layık görülmüş, ancak ödülü reddetmiş bir isim. Ve bugüne dek Nobel'i reddeden tek yazar.
ÖDÜLÜN ÇÖZÜLEMEYEN ŞİFRESİ!
Nobel'i alması veya almamasıyla tartışılan başka yazarlar da var. Bunlardan en önemlisi, büyük Rus romancı Lev Nikolayeviç Tolstoy. Tolstoy, aday olarak geçmesine rağmen o dönemde İsveç'in Rusya'ya karşı beslediği antipati yüzünden ödül alamadı.
Bir diğer misal Pearl S. Buck. 1938 yılında kazandığı ödül ile Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan ilk ABD'li kadın yazar oldu. Ancak ödülü asıl hak edenin, bilinç akışı tekniğini en iyi uygulayan dört modernist romancı arasında (Diğerleri Proust, Joyce ve Faulkner) tek kadın olan Virginia Woolf olduğu biliniyordu.
Yeri geldikçe söylediğim üzere Orhan Pamuk, teknik olarak iyi romancı olsa da Nobel Edebiyat Ödülü'nü 2006 yılında politik sebeplerle almış bir isim. Zira o yıl İsviçre'de yayınlanan Das Magazin dergisine verdiği röportajda, "Bu topraklarda bir milyon Ermeni ve otuz bin Kürt öldürüldü" gibi tarihsel ve siyasal hakikatle örtüşmeyen bir cümleyi, sırf ödül adaylığı öncesi 'oryantalist' görünmek için sarf edebilmişti.
Tartışmalı edebiyat nobellerinden biri de aslen Kars Kağızmanlı olan Bob Dylan'a verildi. Müzisyen, çok zorlasanız 'lyrics yazarı' diyebileceğiniz Dylan edebiyatçı olarak aldı ödülü. Komite, bir süre Dylan'a ödül aldığını tebliğ etmek isterken ulaşamadı. Dylan ödül törenine katılmadı, sonra gecikmeli bir törenle ödülünü aldı.
Nobel'i hak edip de alamayan pek çok ölü ve yaşayan romancı var. Yaşayanlardan arasında ilk aklıma gelen örnek Paul Auster. Hakikaten iyi bir romancı. Üstelik politik olarak da Akademi açısından sakıncalı biri gibi de görünmüyor!
Toparlarsak… Peter Handke örneğine gelen kadar Nobel'in sabıkası epey bozuk. Ayrıca Nobel'e layık görülmek bir edebi yetenek ya da yeteneksizlik göstergesi de değil. Edebi açıdan pek çok Nobelli romancıdan fersah fersah üstün bir edebiyatçı olduğu halde (son misal Handke) ödül verilmeyen postmodern yazarlardan en önemlisi John Fowles'tur.
Nobel'in çözülemeyen bir şifresi var. Mesleki ömrü boyunca pek çok şifre çözen, o da yetmedi Paraşizofreni etkisiyle her şeyde bir şifre bulan Amerikalı matematikçi John Forbes Nash'in (Akıl Oyunları filminde hikâyesi anlatılan bilim adamı) bile çözemeyeceği bir politik şifre… Okuduğunuz bu metinde özetlemeye çalıştığımız üzere çözülmüş kısımlar pek parlak değil. Çözülememiş kısımlar da bize değil, Stockholm'e sendrom olsun.