Her şeyin olduğu gibi savaşların da melezleştiği (hibrit savaşları) günümüzün postmodern -hatta ismi zamanla açığa çıkacaktır ama- 'post-postmodern' dünyasında gri sahalar önem kazanmaya başladı.
Bu bağlamda savaşın, birazdan örnekleriyle sıralayacağımız ne tür güç grupları arasında olduğu kadar hangi sahada olduğu, yani cephenin neresi olduğu en belirleyici etkene dönüşüyor. Bir başka deyişle cephe, savaşın galibinin kim olacağını da otomatikman tayin eden bir faktör.
Misal, Suriye sahasında olduğu için Suriye İç Savaşı'nın en fazla o ülkenin insanları için bir mağlubiyet olduğu izahtan vareste. Batı'nın, 21. yüzyıla savaşı düşman gördüğü coğrafyaya yayarak girmesi boşuna değildi. 11 Eylül (2001) saldırılarından sonra dönemin ABD Başkanı George W. Bush'un 'önleyici saldırı' doktrini ile Afganistan ve ardından Irak'ta işgal harekâtına girişmesi bu taktiğin ürünüydü.
Bu çerçeveyi 1. Dünya Savaşı'na uyarladığınızda cephenin Avrupa ve Ortadoğu, 2. Dünya Savaşı'nda ise Avrupa'dan başlayarak tüm dünyanın bir cephe olduğu göz önüne alınırsa savaşın, büyük bedellerle kazananlar da dâhil (Pirus Zaferi) tüm dünya için kayıp anlamına geldiği görülür.
Üçüncü savaş olarak nitelendirilebilecek Soğuk Savaş'ta ise cephe, Avrupa (bilhassa cephenin ayrışma noktası Berlin ve Almanya) ile Atlantik ve Sovyet coğrafyaları idi. Melez formlarla yaşadığımız 'Dördüncü savaş'ta ise ağırlıklı cephe yine Ortadoğu. Ama Güney Amerika ülkelerinden Uzak Doğu ülkelerine yeryüzünün pek çok coğrafyasında ekonomik motifli yıkıcı gösteriler olduğu hesaba katılırsa günümüzde cephenin de 'hattan satha yayıldığı' görülmüş oluyor. Böyle bir savaş ikliminde düşman, deplasmana çıkmaktan endişe etmiyor, aksine savaşı deplasmanda yapmak istiyor. Çünkü deplasmanda olması galibiyetin neredeyse garantisi.
Buraya kadar yazılanlar, başlığın 'deplasman' kısmıyla ilgili. Gelelim başlığın casuslar ve bir de onlarla bağlantılı siviller kısmına... Yani savaşın kimler arasında olduğuna...
SON SAVAŞ SİVİLLER ARASINDA
1. ve 2. Dünya savaşları askerler arasındaydı.
Üçüncü savaş, yani Soğuk Savaş ise casuslar arasında... Yaşamakta olduğumuz 'Dördüncü savaş'ın (Kimileri Soğuk Savaş dönemini atlayıp 'üçüncü savaş' da diyor) ise öncelikle silahlandırılmış siviller, ardından casuslar ve askerler arasında cereyan ettiği görülüyor.
2007'den bu yana, ama bilhassa 2015'ten beri Türkiye'ye karşı yürütülen kapsamlı psikolojik harp (PH) ve terör faaliyetleri göz önüne alınırsa Türkiye de 'dördüncü savaş'ta bir cephe olarak tasarlanmıştı.
Fakat o tarihlerden günümüze milletimizin feraseti ile tüm 'varta'ları atlatmış olmamız 'dördüncü savaşı' kaybetmeyeceğimizin göstergesi. Çünkü savaşı coğrafyamızın dışında tuttuk, bize sıçrama riski olduğunda, 2015 hendek kalkışmalarından 2016 Temmuz ihanetinden sonra görüldüğü üzere cepheyi sınırlarımızın ötesine taşımayı da yeri geldiğinde büyük güçlere meydan okuyarak becerdik.
Fakat bu başarı, casuslar savaşında başka güçler arasındaki mücadelenin araftaki sahası olduğumuz gerçeğini değiştiriyor.
Biri cezaevinde kendini asan yakalanmış iki Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) casusu, İngiliz eski istihbarat subayı 'Beyaz Baretli' James Gustaf Edward Le Mesurier'in şüpheli ölümü ve son olarak öldürülmüş eski İran ajanı Mesut Mevlevi'nin katillerinin yakalanması olayları bize gösteriyor ki, Türkiye casuslar arası 'dördüncü savaş'ın en önemli cephelerden biri. Geçen haftaki yazımda eskilerin deyimiyle tafsilatlı biçimde anlattığım üzere 'üçüncü savaş'ta o dönemin modernist doğası gereği siyah ile beyaz arasında bir casuslar köprüsü konumundaydık.
Şimdi günümüzün postmodern doğası gereği gri alanı temsil ediyoruz. Elbette hâlâ köprüyüz ama buradan geçip gidenlerin köprünün ayaklarına zarar vermemesi için gerekli tedbirleri almış durumdayız. Ve daha önemlisi hem istihbaratçılarımızın yurt dışı faaliyetleri hem de Mehmetçik'in operasyonları bağlamında 'dördüncü savaş'ta deplasmandayız. Dolayısıyla rakibi kendi sahamızdan uzak tutmaya devam ettiğimiz müddetçe nihayetinde galip gelmememiz için hiçbir sebep yok.