"Günümüzde iç politikayla dış politikayı ayırmak mümkün değildir. Dünyanın her yerinde iç politika dış politikayı, dış politika da iç politikayı etkilemektedir.
İç siyasetteki her hamlemizin, her başarımızın -altını çizerek söylüyorum- her seçim zaferimizin dışarıda da çok müspet yansımaları olmuştur."
Yukarıdaki satırlar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2 Mart'taki Trabzon mitinginde yaptığı konuşmadan… 31 Mart yerel seçim kampanyasında 59'u şehir, 43'ü ilçe mitingi olmak üzere toplam 102 miting yapan Erdoğan; yüzde 44,9 ile AK Parti ve yüzde 51,74 Cumhur İttifakı oyu ile seçimlerden birinci çıktı. Bununla birlikte Ankara'daki CHP adayı lehine tablo ve İstanbul'da halen yapılmakta olan sayımlar ile sonucun ancak 'foto finiş'le ortaya çıkacak olması büyükşehirlerde umulan, beklenen bir şey değildi.
İstanbul'da mazbatayı kimin alacağı belli olduktan sonra (Zira seçimin nihai sonucu o zaman belli olacak) AK Parti teşkilatlarının performansının muhasebesi elbette yapılacaktır. Biz bugün Üç Boyutlu Portre'de seçim sonuçlarının dışarıda nasıl yankılandığını ve bundan sonraki olası operasyonları, açık kaynak taramasına dayanarak gözler önüne sermeye çalışacağız.
Bu köşede birkaç kez artık dış politika ile iç politikanın iç içe geçtiğini ve seçmenin oy kullanırken göz önünde bulundurduğu parametrelerden birinin de dış politika olduğunu yazmıştık. 31 Mart seçim sonuçları Türkiye ölçeğinde bakıldığında seçmenin, beka tehdidini (asıl kaynağı dışarıda olan bir tehdittir bu) önemsediğini ve Erdoğan'la yola devam etmek istediğini gösteriyor. Altı büyük şehirden dördündeki (Ankara, İzmir, Antalya, Adana) ve halen kıran kırana geçen İstanbul'daki sonuçlar dış politikanın haricindeki parametrelerin de seçmen davranışında rol oynadığını ortaya koyuyor.
Türkiye ile rekabet/mücadele içinde olan ülkeler; dış basındaki haberlerden izlediğimiz kadarıyla seçim sonuçlarını yer yer sevinç, hatta bazen yersiz bir zafer sarhoşluğuyla karşıladı. Önce zafer sarhoşluğuna kapılan ve düşmanca tavır alanlarla başlayalım. Seçimlerden sonra sokak çağrısı yapan provokatör yayın organları oldu. Bunların başında, İstanbul'da halen sayım devam ederken Gezivari eylem çağrısı yapan Der Spiegel Dergisi geliyor. Dergi, AK Parti'nin itiraz hamlelerinin yeni bir ayaklanmaya sebep olabileceğini yazdı!
İngiltere'de yayımlanan haftalık The Economist Dergisi de sonuçları benzer motiflerle okuyan yayın organlarından. Dergi, 'Erdoğan İstanbul ve Ankara'yı kaybetti' başlıklı yazıda "Yerel seçimler Türkiye'nin otokratik başkanına bir darbe" cümlesini kurdu!
Benzer bir reaksiyonu İngiliz The Guardian Gazetesi'nde de görüyoruz. Gazete, 'Seçim şoku Erdoğan'ın sonunun başlangıcı mı?' başlıklı bir yazı yayınladı. (Temennilerini analize dönüştürmüş durumdalar.)
Yazıda şöyle denildi: "Erdoğan, kişisel liderliği ile yerel seçimleri bir referanduma dönüştürdü. Sonuçlar AK Parti'nin ulusal çapta gerilediğini ve Türkiye'nin 12 başlıca şehrinden yedisinde kontrolü kaybettiğini gösteriyor.
Şimdi soru şu: Erdoğan nasıl reaksiyon gösterecek?"
En merak ettikleri şey Erdoğan'ın karşı hamleleri zaten. Balkon konuşmasında Fırat'ın Doğusu'nda bahsetmesi, Suriye başta olmak üzere dış politikada Türkiye ile pek aykırı hareket etmeyen İngiltere'yi o kadar değil ama ABD'yi endişelendirmiş olmalı.
The Guardian'da seçim sonuçlarıyla ilgili yazıda tuhaf bir cümleye rastladım.
Aynen şöyle demişler: "Seçim sonuçları 2016'daki başarısız darbe girişiminden bu tarafa Türkiye'deki en büyük politik şok."
Onların yerinde olsam, böylesi bir cümle kurarak kendimi ele vermem. Zira bu cümle, 31 Mart seçimleriyle 2016 darbesi arasında bir korelasyon kurma anlamına geliyor, ki bu Türkiye kamuoyunun kahir ekseriyeti nezdinde doğru değil. Bununla birlikte onların 15 Temmuz'la ilgili ana fikirlerini ele veriyor. Zaman zaman bilinçaltlarından yüzeye çıkan ana fikirleri de şu: "Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsin. Darbeyle mi gider, sandıkla mı gider orası bizi ilgilendirmez."
TRUMP'IN 31 MART STRATEJİSİ
İngiltere'nin önemli yayın kuruluşlarından The Guardian Gazetesi'yle devam edelim. Gazete, "Bu seçimler Erdoğan'ın 16 yıllık iktidarı için bir referanduma dönüştü ve ülkedeki ekonomik durum Erdoğan'a olan halk desteğini azaltmaya başladı" iddiasında bulundu.
Financial Times Gazetesi ise "Türk lider çok savaştı, çünkü kişisel tecrübesinden yerel düzeyde bir zaferin domino etkisi yaratacağını biliyor. Kimse Erdoğan'ın yakında devrileceğini düşünmüyor" diye yazdı.
ABD basınında The New York Times Gazetesi ise henüz sonuçlanmamış İstanbul seçimlerinin CHP adayı lehine neticelendiğini öne sürerek, "İlk sonuçlar Erdoğan'ın Ankara ve İstanbul'u kaybettiğine işaret ediyor. Erdoğan'ın İstanbul'da yarışı kaybetmesi, 17 yıllık iktidardan sonra halk desteğinde düşüş yaşayan partisi için büyük bir darbe olur" diye yazdı.
Haberin devamında ilginç bir cümle var: "Trump yönetimi Türkiye'deki seçimleri yakından izliyor ve seçim döneminin sona ermesiyle de, Suriye'deki savaş ve Türkiye'nin Rusya'dan hava savunma sistemi alması gibi Ankara'yla yaşanan tartışmaların sona ermesini umuyor."
Bu cümle, seçim sonuçlarının dış politikadaki olası etkilerinin itirafı niteliğinde. Daha ötesi, Trump yönetimin Suriye İç Savaşı, S-400, F-35 gibi tartışmalı konularda Türkiye aleyhine hareket etmeyi sürdüreceğinin bir sağlaması. Kibarca basıncı artıracağız demeye getiriyorlar. Gelecekleri varsa görecekleri de var.
Trump'ın 31 Mart sonuçlarından sonraki yeni stratejisini ilerleyen günlerde göreceğiz. Ama yeni bir Türkiye politikası için seçime kulak kesildikleri de izahtan vareste. Eğer Cumhur İttifakı Türkiye genelinde yüzde 50,
-ki yeni sistemde psikolojik bariyer budur- AK Parti de yüzde 40'ın altında oy alsaydı CAATSA'yı işletmek dâhil pek çok operasyona girişebilirlerdi. Haziran 2017'de çıkardıkları Countering America's Adversaries Through Sanctions Act (CAATSA), yani Amerika'nın Hasımları ile Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası'nı daha önce yarım ağızla dillendirdiler.
Şu durumda dikkatli gidiyorlar. Mehter Takımı gibi iki ileri bir geri… Ne yaptılar? Sonuçlar netleşir netleşmez, F-35'lerin konuşlandırılmasıyla ilgili teçhizat sevkiyatının durdurulduğunu söylediler. Sonra "Programın durdurulma düşüncesi yok. Türk pilotlarına verilen F-35 eğitimi devam edecek. Türkiye'ye verilen iki F-35 uçağını geri almayı planlamıyoruz" açıklaması yapıldı.
Bundan üç gün önce Pentagon Sözcüsü şöyle demişti hâlbuki: "Türkiye'nin S-400 sisteminin teslimatından vazgeçmesi için kesin bir karar vermesini beklediğimiz süreçte, bu ülkenin F-35'lerin operasyonel yeteneklerinin oluşturulması ve teslimatı ile ilgili faaliyetleri askıya alındı. Türkiye ile bu önemli konuda diyaloğumuz devam ediyor."
Türkiye ise Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı ile ilgili açıklamalarıyla tavrını belli etti: "Rusya ile S-400 üzerinde anlaşma imzaladık, konu bitmiştir. Bir ülkenin illa oradan almayıp buradan alacaksın diye dayatması müttefiklik ruhuna uymuyor."
NATO'nun kuruluşunun 70. yıldönümü kutlamalarında ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, ABD ve Türkiye'nin yakın bir biçimde çalışmasının büyük fırsatlar yaratacağını söylemiş ve eklemişti: "Türk Dışişleri Bakanı ile dün uzun ve iyi bir görüşme gerçekleştirdim ve bir ilerleme kaydedeceğimizden eminim."
Oysa aynı Pompeo, birkaç saat önce Türkiye'nin Suriye'nin kuzeydoğusuna saldırı düzenlemesinin 'yıkıcı' sonuçları olacağını söylemişti. Türkiye de buna tepki göstermişti.
F-35'ler konusunda makul görüş bildiren ABD'li yetkili ise Pentagon'da F-35 programını yürüten Amiral Mathias Winter oldu. Winter, 4 Nisan'da ABD Temsilciler Meclisi'nin Silahlı Hizmetler Komitesi'nin oturumunda yaptığı konuşmada hâlihazırda tüm F-35 parçalarının yüzde aldı ila yedilik kısmını üreten Türkiye'nin programdan çıkarılmasının gelecek iki yıl içinde 50 ila 75 kadar daha az uçak üretilmesi anlamına geldiğini söyledi.
Toparlarsak… ABD'deki Türkiye karşıtı blok bu aşamadan sonra ne yapabilir?
Ekonomik operasyonlara hız verebilir. CAATSA'yı bilmek işte bu noktada önem kazanıyor. Daha önce Rusya ve İran'a karşı kullandıkları bu yasayı Türkiye'nin tepesinde Demokles'in Kılıcı gibi sallama eğilimindeler. Ambargo vesaire gibi uygulamalara kendi içlerinde cevaz veren bir yasa bu.
Ambargo türevi bir stratejinin, Türk milletinde ABD karşıtlığına ve Erdoğan'ın etrafında yeni, güçlü bir konsolidasyona yol açacağını herhalde 'emekli istihbaratçıları', psikolojik harekât uzmanları, stratejistleri ve think-tank'leri ile hesaplıyorlardır. Yani o işler öyle kolay değil. Bu tür operasyonlara karşı mukavimiz. Son yıllarda epey şerbetlendik. Ama tabii yine de teyakkuzda olmak lazım.