"2016, Türkiye'nin uzun zamandır talip olduğu bölgesel liderlik yılı olacak. 2015'in iç siyasetteki tehlikeleri artık sona erdi. Türkiye, Kürtler'in yayılmasını kontrol altında tutmaya çalışırken, büyük olasılıkla ordusuna Suriye'nin kuzeyine doğru girmesi için yetki verecek. Irak'taki varlığını artıracak. Ve DAEŞ ile yüzleşecek." Bingo dedirten bu cümleler, Stratfor'un geçen yılın Aralık ayında hazırladığı Decade Forecast (10 Yıllık Öngörü) raporundan.
Stratfor, 1996'da George Friedman tarafından kurulmuş Texas merkezli bir düşünce kuruluşu. Ancak diğer 'think tank'lerden farklı olarak bir özel istihbarat kurumu.
Bu ayırt edici özelliğinden ötürü de 'Gölge CIA' namıyla biliniyor.
Raporun devamından birkaç ilginç cümle daha paylaşalım ve sonra bu raporun ışığında ABD'nin, daha doğrusu CIA ve Pentagon'un Fırat Kalkanı'na bakışını resmetmeye çalışalım. Rapordaki en ilginç cümlelerden biri, "Bu yıl (2016) Türkiye'nin, geçtiğimiz yıla nazaran siyasi olarak daha tutarlı ama gergin olacağı bir yıl. Türkiye sadece DAEŞ ile karşı karşıya kalmayacak, aynı zamanda Kürt yayılımını da kontrol altında tutacak. Eski rakipleri Rusya ve İran'la karşı karşıya gelmesi, riskleri artıracak." Suriye'nin kuzeydoğusunda ta Malikiye'den başlayıp Cerablus'a uzanan ve oradan Afrin'e uzanmaya çalışan, bölgenin demografik gerçekliğini alt üst eden PYD koridorunun raporda 'Kürt yayılımı' olarak tanımlanması bilinçli bir tercih. Aynı şekilde 'Rusya ve İran'la karşı karşıya gelme, riskleri artacak' cümlesi de aslında bu yöndeki temenninin dışa vurumu.
15 TEMMUZ'U GÖREMEMİŞLER!
Gelelim asıl kilit cümleye: "2016 siyasi açıdan tutarlı ama gergin bir yıl olacak" diyor.
Türkiye ile ilgili 2016 öngörüleri doğru çıkan Stratfor'un raporunda 15 Temmuz menfur darbe kalkışması ve iç işgal girişiminden açık biçimde bahsedilmiyor. Siyasi açıdan gergin bir yıl olacak gibi müphem bir cümle kurmuşlar. 15 Temmuz'u, bir öngörüyü aşıp istihbarata dayalı darbe ihbarı anlamına geleceği için yazmamış olmaları normal. Biliyorduysalar da bildiklerinin bilinmesini istemiyorlardı. Ama aynı Stratfor, 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın uçağının güzergâhını fütursuzca paylaşmakta bir beis görmemişti.
15 Temmuz'da büyük bir darbe girişimi atlatmış bir ülkenin 1,5 ay sonra sınır ötesi operasyona çıkabilmesi Stratfor gibi kehanetleriyle meşhur bir kuruluş için bile sürpriz olmuş olmalı. Bu operasyona, dünyanın ve bölgenin kilit ülkelerinin, hepsinden öte bizim nasıl baktığımız önemli.
Üç Boyutlu Portre'de bu hafta bu sorunun yanıtını dört ülke üzerinden arayacağız:
Suriye konusunda iki parçalı görüntü veren ABD'nin yanı sıra Rusya, İran ve bütün bu ülkelerin arasında denge noktasında bulunan Türkiye.
Türkiye ile başlayalım: Mart 2011'de patlak veren Suriye İç Savaşı'nın başından beri bölgeye uluslararası hukuka dayanarak karadan müdahale eden tek ülke Türkiye. ABD başta olmak üzere koalisyon güçleri ile Rusya, Suriye'ye hep havadan müdahale etti ve pek çok sivil can kaybına neden oldu. İran ise gayriresmi olarak uzun süredir Suriye'de. Türkiye, Suriye ile toplam sınırının (912 kilometre) yüzde 10'undan biraz fazlasına tekabül eden bir hattı, Azez-Cerablus hattını, gerektiğinde Münbiç ve El Bab derinliğine kadar inerek terörist unsurlardan temizlemek istiyor.
Bu da orada giderek fiili bir güvenli bölge kurulması demek. Yerine göre 40 kilometre kadar derinliğe inecek bu bölgenin güvenli hale getirilmesi Türkiye'yi özellikle DAEŞ'in terör saldırılarına karşı koruyacak.
Çünkü 2013'ten beri DAEŞ'in elinde olan Cerablus, terör örgütünün Türkiye'ye açılan kapısı konumundaydı. Bu kapı terörist unsurlardan temizlenmiş oldu.
Elbette Türkiye DAEŞ gibi PYD/YPG'yi de bölgedeki terörist unsur olarak kabul ediyor. Ankara, Fırat'ın batısının kendisi açısından kırmızı çizgi olduğunu ve PYD'nin nehrin bu yakasına geçemeyeceğini başından beri dile getiriyordu. ABD'nin verdiği sözlere rağmen bu kırmızı çizgi ihlal edilince Türkiye, 11 gün önce sınır ötesi harekât başlattı. Operasyona Fırat Kalkanı adı verilmesi de bu kırmızı çizgi meselesiyle ilgili. Operasyon, muhtemelen hattın batısında bulunan YPG kontrolündeki Münbiç ve hattın doğusunda bulunan DAEŞ kontrolündeki El Bab'a kadar ininceye dek sürecek.
ABD GÖZÜYLE FIRAT KALKANI
ABD'nin Fırat Kalkanı Harekâtı'na bakışını, hem bu devletin iki kurumu açısından ve hem de harekâtın hedeflediği iki ayrı örgüt açısından farklı analiz etmek gerekiyor.
ABD, Suriye'deki Vekâlet Savaşları'nı ülkeler arası boyuttan, devlet içi kurumlar arası bir boyuta taşıdı. CIA ile Pentagon, Suriye'de iyi polis-kötü polisi oynuyor. Bu iki kurumun farklı politikaları anlaşmazlıklara yol açıyor. Bu anlaşmazlık, The New York Times, Los Angeles Times gibi ABD gazetelerinde açıkça dile getiriliyor.
Geçtiğimiz şubatta CIA'in desteklediği Liva Fursan grubu ile, Pentagon'un desteklediği YPG unsurlarından oluşan SDG arasında çatışma yaşanmıştı.
SDG'nin kurucusunun Pentagon olduğu malum. Adı Suriye Demokratik Güçleri olsa da bu grubun yüzde 80'ini YPG'lilerin oluşturduğu da... Öte yandan CIA de, TSK'nın da desteklediği Özgür Suriye Ordusu gruplarını destekliyor. Gerçi CIA desteğiyle bugüne kadar DAEŞ'e karşı pek varlık gösteremeyen ÖSO unsurları, TSK desteğiyle DAEŞ'in elindeki kent ve köyleri birer birer almaya başladı. Bu yüzden Pentagon destekli YPG'nin de 'etnik temizlik'le hızlıca PKK koridoru açmasına şaşmamalı.
Özetle ABD, DAEŞ'i bölgeden temizlediği müddetçe TSK'nın Fırat Kalkanı operasyonundan memnun olduğu görülüyor.
Öte yandan kırmızı çizgimizi aşan terörist örgüt YPG'yi vurduğumuz zaman Pentagon'un, nasırına basılmış kabadayı gibi bağırdığı da aşikâr. Ne var ki ABD sözünde durmadığı için bu yaygaranın artık Türkiye için pek önemi yok.
Zaten ABD, aslında geçen sene yapılacak bu operasyonu 22 Temmuz'dan itibaren başlayan PKK ve DAEŞ saldırılarını örtülü biçimde teşvik ederek, 24 Kasım'da Rus uçağının düşürülmesini, purosunu tüttüren burjuva misali keyifle izleyerek ve nihayet FETÖ'nün 240 insanımızı şehit ettiği 15 Temmuz darbe girişimini kimin kazanacağını görmek üzere bir süre izleyerek geciktirdi ve müttefikliğe halel getirdi.
ABD'nin bütün bu yalpalamalarının bir sebebi de, Suriye politikasını bir türlü yörüngeye oturtamaması.
RUSYA-İRAN GÖZÜYLE HAREKÂT
Türkiye'nin 2016'da Suriye'ye gireceğini bilen Stratfor'un, Rusya ile gerginliğin bu yıl da devam edeceği kehaneti ise tutmadı.
Erdoğan'ın Kremlin'le buzları eritme hamlesi bu kehaneti boşa çıkardı. Uçak düşürme olayından sonra S-300/400'lerin sınır ihlali yapmamızı bekleyerek jetlerimize kilitlenmesiyle yükselen tansiyondan ötürü sınır ötesi hava harekâtı yapmak, savaş sebebiydi.
İlişkiler düzelince bu engel aşıldı. Bununla birlikte Fırat Kalkanı operasyonunun Moskova'dan sınırsızca desteklendiği söylenemez.
Rusya, operasyonun Suriye'nin toprak bütünlüğünü tehdit etmeyecek biçimde, teröre karşı mücadele ile sınırlandırılmasını talep ediyor, ki zaten hali hazırda operasyon bu çerçevede yürüyor. İran ise operasyondan çok memnun olmasa da açık, net biçimde karşı çıkmıyor. Tahran, Türkiye'nin operasyonunun DAEŞ ve hatta YPG'yi hedeflemesini dert etmiyor, sadece TSK'nın terörle mücadelede elde edeceği başarıların Şam'ın elini zayıflatıp Ankara'nın elini güçlendirmesinden endişeli.
Ancak bu yine de Stratfor'un temenniyle karışık kehânetini doğrulamıyor: "Türkiye'nin, eski rakibi İran'la karşı karşıya gelmesi riskleri artıracak." Fırat Kalkanı, özetle Türkiye'nin sadece bir yıldır maruz kaldığı terör saldırılarından bu yana değil, beş yıllık Suriye İç Savaşı ve 13 yıllık Süleymaniye'deki çuval geçirme olayından beri bölgede giriştiği en stratejik hamle. Bundan tam 500 yıl önce, 24 Ağustos'ta başlayan Mercibadık Seferi gibi...