Devletin polisiye ya da istihbari konsepti ile yargı kararlarının kusursuz biçimde örtüştüğü rejimlerde jüristokrasi (yargıçlar, savcılar rejimi) gölgesi her zaman daha belirgindir. Türkiye'de 2007-2012 arasında olduğu gibi polis fezlekelerinin iddianamelere, iddianamelerin de yargı kararlarına dönüştüğü bir sistemdir bu.
Bugün aynı şeyi gözlemlemiyoruz. Öyle ki Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne, nam-ı diğer Kırmızı Kitap'a terör örgütü ve ulusal güvenliğe tehdit içeren paralel yapılanma olarak giren Gülen Örgütü'yle ilgili yargı kararları Kırmızı Kitap'taki bu yaklaşımı yansıtmıyor. Bunun son örneğini böcek davasının gerekçeli kararında gördük. Kararda özetle, örgütün casusluk suçlarının ispatlanamadığı belirtiliyor. Bu ispat için casusluk suçlamasına konu bilgilerin hangi ülkeye intikal ettirildiğinin tespit edilmesi gerektiği iması da gerekçeli kararda yer almış. Şu cümle casusluk suçu için hukuki açıdan 'yeter şartın' ne olduğunu anlatmak amacıyla kurulmuş:
"Casusluk suçunun oluşumu için aranan şart, casus ile lehine casusluk edilen yabancı devlet arasında bir anlaşmanın mevcut olmasını gerektirir."
Bilindiği üzere Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen böcek davasında sanıklar Sedat Zavar ve İlker Usta 'haberleşmenin gizliliğini ihlal' ve 'devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme' suçlarından 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Diğer tüm sanıkların ise beraatine karar verilmişti. Bu kararın, Savcı Durak Çetin'in iddianamesindeki bilgiler göz önüne alındığında 'ağır bir hüküm' olmadığı muhakkak. Bu da hukukun, Paralel Devlet Yapılanması üyelerinin bütün itirazlarına rağmen çoğu zaman onların lehine karar verebildiğini gösteriyor. Halbuki Gülenist jüristokrasi rejiminde yaşamaya devam ediyor olsaydık cemaatçiler, muhalifleriyle ilgili bu tür kararlar vermez, bilakis delil yoksa sahtesini üretip iddiayı karara dönüştürmeye çalışırlardı. Nitekim öyle yaptılar yakın geçmişte.
Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de flaş kısımları 1 Temmuz'da SABAH Gazetesi'nde manşetten yayınlanmış, ancak detayları pek bilinmeyen Emniyet'in FETÖ Raporu'ndan yerimiz elverdiği ölçüde bölümler paylaşacağız. Bu rapordaki bilgi ve kanaatlerin ne kadarının yargı kararına dönüşeceğini ise davaların sonuçlanmasından sonra hep birlikte göreceğiz.
Raporu detaylı okuyunca örgüt yapılanmasının devlet raporlarındaki görünümü ile bu örgüte ilişkin yargı kararlarındaki görünümü arasındaki çelişki fark ediliyor. Bunun en önemli sebebi, örgüte atfedilen casusluk gibi suçların, istihbari açıdan doğru olmasına rağmen hukuken ispatlanmasının güç olması.
LİDER MERKEZLİ YAPI
Emniyet Genel Müdürlüğü'nce hazırlanan gizli ibareli 4 Mart 2015 tarihli raporda Genel Müdür Yardımcısı Zeki Çatalkaya'nın imzası var. Raporda örgütün tohumlarının Fethullah Gülen'in imam ve vaiz olarak görev yaptığı 1958 yılında atıldığı belirtiliyor. Raporda "Pensilvanya örgütü lider merkezli bir yapıya sahiptir" cümlesi yer alıyor ki, gerek Kemalettin Özdemir'in bana ve Abdurrahman Şimşek'e yaptığı açıklamalar, gerek Latif Erdoğan'ın A Haber'deki konuşmaları ve gerekse gazetemizde geçtiğimiz hafta yayınanan Cemil Altınlı söyleşilerimiz de bu kanaati doğruluyor.
Rapora göre Gülen, cemaat içinde 'olağanüstü haller yaşamış bir veli' olarak görülüyor. Mehdi ve kainat imamı kabul edilen Gülen'in altındaki kadro; silsile ile danışma kadrosu, kıta imamları, ülke imamları, bölge imamları, il imamları, esnaf imamları, semt imamları ve ev imamları şeklinde en mikro birime kadar yayılmış durumda.
Raporda örgütün Paralel Devlet kurma çabası içinde olduğu belirtiliyor ve muhtelif tarihlerde istihbarat teşkilatlarının da aralarında bulunduğu devlet kurumlarının hazırladıkları raporlarda anlatılan cemaatin TSK, emniyet, yargı, MİT, mülkiye ve genel olarak bürokraside örgütlenme modeli buna kanıt olarak gösteriliyor. Bu noktada Gülen'in o pek bilinen 'ilk etapta devlete karşı savaş vererek hedefe ulaşmanın yıpratıcı olacağı gerekçesiyle mevcut sistemi yıkmak yerine devletin tüm kurumlarını ele geçirme' stratejisine de atıf yapılıyor.
Raporda cemaatin devlette örgütlenmek için sınav sorularını hukuka aykırı yollarla ele geçirip kendi mensuplarının kamu kurumlarına girmesini sağladığı, örgüt mensubu olmayan kişiler hakkında da sahte belge ve delillerle adli- idari soruşturmalar açtırıp onları tasfiye etme yöntemini uyguladığı belirtiliyor.
Raporda örgütün, teşkilatlanma stratejisinde önemli yer tutan kurumlardan birinin de TÜBİTAK olduğu belirtiliyor. Raporda TÜBİTAK'ın en gizli birimlerinden olan Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi'ndeki (BİLGEM) kadrolar sayesinde devletin üst düzey siyasetçi ve bürokratlarınca kullanılan kriptolu telefonların dinlenildiği de kaydedilmiş.
Raporda cemaatin üst yönetiminde bulunmuş kişilerden edinilen bilgilere dayanarak Amerikan istihbarat teşkilatları CIA ve FBI'ın Gülenist kadrolara eğitim verdiği de teferruatlı biçimde anlatılıyor, ki bu kısımları SABAH'ın Ankara bürosunun başarılı muhabiri Aliye Çetinkaya'nın 1 Temmuz'da yayınlanan haberinden okudunuz.
Raporda örgütün mali yapısıyla ilgili birtakım bilgiler verilmiş, ne var ki toplam finansal büyüklüğü konusunda net bir rakam verilmekten kaçınılmış. 'Milyarlar dolarlarla ifade edilen gelir gider rakamları' gibi müphem bir ifade kullanılmış sadece.
Raporun bir yerinde, "Özellikle 1990'lı yılların başından itibaren yurtdışına açılmaya başlayan yapı, zaman içerisinde hayatın doğal akışına aykırı şekilde dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösterir hale gelmiştir" cümlesi var. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) eski Müsteşarı Şenkal Atasagun'un da istihbarat raporlarına dayanarak benzer görüşler ileri sürdüğünü 9 Kasım 2014 tarihinde bu köşede yazmıştık. Ama önemli olan, istihbari tespit ve bulguları hukuki delillere dönüştürebilmek.
ÖRGÜTÜN HABERLEŞME YÖNTEMLERİ
Raporda Paralel Devlet Yapılanması'nın örgütlenme modeli, Skype, WhatsApp kullanmadan pelür kâğıdı ve canlı kurye ile haberleşmeye kadar çeşitlilik arzeden gizli haberleşme metotları, istihbarat ağı, arşivi ve yabancı gizli servislerle ilişkisine dair bilgiler de var. Raporda örgütün haberleşme ve bilgi havuzu oluşturma yöntemleri konusunda şu cümlelere yer verilmiş:
"FETÖ/PDY örgütlenmesi, gizlilik, hiyerarşik yapılanma, pelür kâğıtları ile haberleşme özgeçmiş raporu verme ve kod adı kullanma gibi özellikleri ile yasadışı terörist örgütlenmelerin taktiklerini kullanmaktadır.
Örgütün devlet yapılanması içerisinde en güçlü olduğu alanların başında güçlü bir istihbarat ağına sahip olması gelmektedir. Öyle ki kamu kurumlarında çalışan örgüt mensupları elde ettikleri bilgileri örgüte aktarmakta ve toplanan bütün bilgiler yukarıda birleştirilerek büyük bir havuz oluşturulmaktadır."
Son cümle, örgütün operasyonel Twitter hesabı Fuat Avni'ye nasıl bilgi ulaştırıldığını da izah ediyor.
Rapor, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, 2014/109321 sayılı soruşturma kapsamında Emniyet'ten bilgi istenmesi üzerine hazırlanmış. Özetle Gülen Örgütü'nün 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, yani bir terör örgütü olup olmadığı soruluyor Emniyet'ten. Emniyet de 52 sayfalık raporun Netice ve Kanaat bölümünde örgütün devletin varlığını tehlikeye düşürmek amacıyla kurulduğunu ve bu yönüyle 3713 sayılı kanun kapsamında terör örgütü olarak nitelendirilebileceğini belirtiyor. Bununla birlikte cebir ve şiddet unsurunun, raporun gönderildiği başsavcılıkça yürütülen soruşturma sonucunda delillerle desteklenmesi halinde terör örgütü niteliklerinin tamamlanacağı görüşü de eklenmiş. Daha net anlaşılması için raporun hazırlanış amacıyla ilgili en kritik kısım olduğunu düşündüğüm bölümdeki cümleleri aynen alıntılayayım:
"Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETO/PDY) isimli yapılanmanın 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1 ve 7'inci maddelerinde ifade edilen, anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla kurulmuş terör örgütü niteliğinde örgütlü yapıya sahip bir örgütlenme olduğu kanaati oluşmuş ise de,
Cebir ve Şiddet başlığı altında ifade edilebilecek faaliyetler dikkate alındığında, soruşturmanın tamamına ve ele geçirilen delillerin tümüne vakıf olan Cumhuriyet Başsavcılığı'nızca cebir ve şiddete ilişkin verilerin bu unsurun gerçekleşmesi olarak gözönüne alınıp değerlendirilmesi ile 3713 sayılı kanunun tanımladığı 'terör örgütü' niteliklerinin tamamlanacağı ve soruşturma konusu yapının 'terör örgütü' olarak nitelendirilebileceği değerlendirilmektedir."
Bu cümlelerden anlaşılacağı üzere Emniyet de topu en kritik noktada yargıya atıyor.
Paralel Devletle Mücadele konusundaki yanlışlık ve eksikliklerin izinin, devletin bu tür raporları ile yargı kararları arasındaki farklılıklarda sürülmesi gerektiğini düşünüyorum. Devlet, bu mücadeleyi kendisi açısından varoluşsal bir savaş olarak görüyorsa (ki haklı olarak öyle görüyor) ilgililer nüanslara yoğunlaşmalı. Malum, şeytan ayrıntıda gizlidir.