Hegel'in tarih felsefesinde ve devlet teorisinde 'geist' (Almanca'da ruh, tin anlamına geliyor) kavramının büyük önemi vardır. Buna göre devlet, çevreden merkeze doğru bir mimari yapı gibi yükselen dünya tarihinin her evresinde değişen aklın ifadesidir. Hatta Hegel, dünya tarihinin şimdilerde 'üst akıl' olarak anılan bir akıl tarafından yönetildiğini, bu aklın da son tahlilde kendi en somut tasarımında Tanrı olduğunu yazmıştı.
Ne var ki Hegel, tarih felsefesinde çevre-merkez diyalektiğini merkeze Avrupa'yı, onun periferisine de Uzakdoğu'yu koyarak kurduğu için tarihi, Avrupamerkezci (Eurocentric) bir bakışla coğrafyaya hapseder. Bugün Türkiye'nin de aralarında bulunduğu ülkelerde yaşanan devlet krizlerinin temelinde Batı'nın (şimdilerde ABD'nin) kendini merkeze koyan bu bakışla dünyayı dizayn etme çabalarının etkisi var. Türkiye, devlet geleneği güçlü ve siyasi lider çıkaran bir ülke olduğu için bu krizleri atlatmayı beceriyor. Atlatamayan; Suriye, Irak, Ukrayna örneğindeki gibi iç savaşlara sahne oluyor.
Türkiye'de Paralel Devlet Yapılanması'nın yaklaşık kırk yıllık bir gelişim öyküsü var. İstihbarat konularında çalışan bir gazeteci olarak bu öykünün 20 yılına tanıklık ettim. 2007'den ve özellikle 2011'den beri yaşananları en yakından takip edenlerden biriyim. Paralel Devlet, 2007-2012 arasında Hegelian manada 'tarihin aklını' temsil ettiği yanılsamasına kapılmıştı. Bunun; tarih bilincinden yoksun olmaktan Gülen'in cemaatte Mehdi olarak algılanacak kadar gücünün abartılmasına kadar muhtelif sebepleri var. Ama bu başka bahis.
Biz bu hafta Üç Boyutlu Portre'de, çok yakın bir geçmişte kendini devlet zanneden polis şeflerinden birinin -belki de en önemlisinin- Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Gülenist Ramazan Akyürek'in detayları bugüne kadar yayınlanmamış ifadesini işleyeceğiz. İfade, VIP dinleme skandalı olarak bilinen soruşturmadan sonra açılan dava kapsamında Ankara Cumhuriyet Savcısı Alpaslan Karabay tarafından alınmış.
Yeri gelmişken davadaki suçlamayı da söyleyelim: Akyürek, davada suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği, kamu görevinin verdiği yetkiyi kötüye kullanmak suretiyle haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek, kişisel verileri ele geçirmek ve iftira suçlarından toplam 860 yıl hapis cezası istemiyle yargılanıyor.
Akyürek'le aynı davada, aralarında Ömer Altıparmak, Sadettin Akgüç, Recep Güven Coşgun Çakar gibi önemli isimlerin de bulunduğu 49 polis yargılanıyor. Davanın iddianamesi geçtiğimiz ay Ankara 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Davanın müştekileri arasında ise polis müdürleri Emin Arslan ve Sabri Uzun, amirler Mustafa Aral, Murat Nemutlu, gazeteciler Ertuğrul Özkök, Akif Beki, Fikret Bila ve siyasetçi Ömer Vehbi Hatipoğlu gibi isimler var.
MEMUR DEVLET YÖRÜNGESİNDEN ÇIKARSA…
Ramazan Akyürek'in ifadesi, yine Hegel'in 'devletin gerçek taşıyıcıları' olarak gördüğü memurların, dolayısıyla bürokrasinin devlet yörüngesinden çıktığı anda ne kadar tehlikeli bir organizmaya dönüşebileceğini gösteren cümlelerle dolu. Önce şu alıntıyla başlayalım:
"Ben Daire Başkanı olduğum dönemde telefon hattı ve isim üzerinden değil, IMEI numarası üzerinden dinleme yapma konusunu şube müdürleri ile yaptığım bir toplantıda gündeme getirdim. O toplantıda bana bu hususu en akla yatkın ve açıklayıcı olarak B Şube Müdürü Mete Cengiz ifade etti. Ancak o konuşmanın içeriğini şu anda hatırlamıyorum."
Akyürek, dinlemelerin neden isim ve telefon numarası üzerinden değil de IMEI numarası üzerinden yapıldığı sorusuna bu tuhaf cevabı veriyor. "Emrimde çalışan müdür bana ikna edici bir gerekçe söylemişti, ama bu ikna edici gerekçeyi şimdi hatırlamıyorum" cümlesiyle özetleyebileceğimiz, tatmin edici olmayan bir savunma bu. Dava, rahmetli Necmettin Erbakan'ın da aralarında bulunduğu siyasilerin, bürokratların, gazetecilerin ve işadamlarının Emniyet İstihbarat Dairesi'nin bilgisi dâhilinde dinlendiğinin tespit edilmesi üzerine açılmıştı. Dinlemelerin neden IMEI numarasıyla yapıldığını, dinlenen isimlerin şöhreti daha iyi açıklıyor. Akyürek, "Dinlenen kişiler kamuoyunun yakından tanıdığı simalar olduğu için IMEI ile dinleme yöntemine başvurulmuş" dese daha inandırıcı olurdu. Ne var ki bu durumda da kamuoyunca saygın isimlerin neden dinlendiğini izah edemezdi. Devam edelim: Akyürek; savcılığın, soyut ihbarların herhangi bir araştırma yapılmadan önleme dinlemesi talebine neden dönüştürüldüğü sorusuna ise şöyle yanıt veriyor:
"Ben ilgili şubede hazırlanan evraklarla ilgili ne gibi bir işlem yapılıyor onu bilmiyorum. Bana İstihbarat Daire Başkanlığı'nda kullanmak için göreve başladığımda bir şifre verilmişti. Ancak bunu kullanmaya zamanım olmadı."
Emniyet'in dinlemelerinden sorumlu makamdasınız ama emrinizde çalışanların teknik istihbarat faaliyetlerini denetleyecek zamanı bulamamışsınız. O zaman size o şifreyi niye verdiler. Üstelik astlarını denetleyememek, istihbaratçılıkta büyük bir mesleki zaaf olarak kabul edilir. Yani bir anlığına kasıt olmadığını varsaysak bile vahim bir zaaf var ortada.
'ASTLARIMA SORUN' SAVUNMASI
Ramazan Akyürek'e, mağdur ve müştekiler ile ilgili önleme dinlemesi sırasında, dinlenilen kişilerin tespitinin mümkün olup olmadığı, tespiti mümkünse neden yanlış kişi dinlendiğinin fark edilmesiyle önleme dinlemesinin sonlandırılması yerine ısrarla dinlemeye devam edildiği de soruldu.
Akyürek'in bu soruya cevabı ise şöyle:
"İlgili şube kimi dinlemek istediğini başlangıçta bilir ve ona göre talepte bulunur. Ancak belirttiğiniz şekilde başka birileri dinlenilmiş ise bu, o konuda evrak düzenleyenlerin yanlış iş yaptığını gösterir. Bu konunun onlardan sorulması lazım."
Yani "Bana değil, astlarıma sorun" diyor. Suçun şahsiliği prensibi vardır evet ama sonuçta işlemler Daire Başkanı'nın onayından geçiyor. İmza atmışsanız, ki atmışsınız, illegal dinleme işinin sorumluluğunu üstlenmişsiniz demektir. Akyürek, ifadesinin bir başka yerinde de astlarını suçluyor: "Hukuka aykırı olan bu iş ve işlemleri kim yapmış ise o sorumludur. Ben Daire Başkanı olarak görev yaptığım dönemde İstihbarat Dairesi'nde gerekli denetimleri yaptım. Benden önce İstihbarat Dairesi'nde nasıl bir çalışma yöntemi varsa ben de aynı çalışma yöntemini devam ettirdim. Orada yeni bir düzen kurmadım."
Son cümle önemli, zira orası Paralel Devlet tartışmalarının teorik manada başlangıç noktası, amiyane tabirle zurnanın zırt dediği yer. Akyürek bu konuda ne diyor, ona da bakalım:
"Ben 3,5 yıla yakın bir zaman görev yaptığım İstihbarat Daire Başkanlığı'nda Fethullah Gülen Cemaati Örgütü adında herhangi bir yapılanma görmedim ve gözlemlemedim. Benim de şahsen böyle bir örgütsel yapılanmayla herhangi bir irtibatım yoktur. Ben görev yaptığım kurumun hiyerarşisi dışında başka bir hiyerarşik yapı içerisinde bulunmadım. Başka bir hiyerarşik yapıdan emir ya da talimat almadım. İstihbarat faaliyeti kapsamında edindiğimiz bilgi ve belgeleri kurum hiyerarşisi dışında başka bir hiyerarşik yapıyla paylaşmadım."
GÜLENİSTLERİN TARİH YANILGISI
Bu cümlelere karşılık Akyürek'e (kendisi cezaevinde ama) şu soruyu sormadan geçemeyeceğim: SABAH'ın, 17 Aralık yargı darbesi girişiminden bir gün önce, 16 Aralık 2013'te Zaman Gazetesi'ne girerken görüntülediği Emniyet İmamı Osman Hilmi Özdil'e danışmadan yıllık izne dahi çıkmadığınız iddiasına ne diyorsunuz? Bu iddia, Emniyet çevrelerinde polis şeflerinin de aralarında bulunduğu pek çok saygın isim tarafından dile getirilen bir iddiadır. Bu iddiayı kesin bir dille yalanlama ihtimalinize binaen size, hemşeriniz Adana Kozanlı Osman Hilmi Özdil'i tanıyıp tanımadığınızı, bugüne kadar onunla görüşüp görüşmediğinizi de sormuş olayım.
Cevap hakkınız baki. Bu sorulara yanıt verirseniz cevaplarınızı bu köşede yayınlayacağımdan emin olabilirsiniz. Neticede
-sorgulanmaya açık bir motto olsa da- savunma hakkı kutsaldır. Başka meslekler beni ilgilendirmez ama gazeteci olarak cemaat kalemlerinin, Hanefi Avcı gibi meslektaşlarınız cezaevindeyken savunma hakkına saygı göstermediğine, hatta kendi meslektaşlarını, gazetecileri bile linç ettiğine tanık olduk.
Yazdığımız her şey o veya bu şekilde gelecekte okunabilecek yerlerde duracağına göre ben tarihe Gülenist kalemler gibi geçmekten imtina ederim. Suçlanan insanlara söz hakkı vermeyen bir gazeteci olarak geçmekten de…
Girizgâhta yazdığımız üzere tarihin bir aklı var. Akıl ise hafızadan ayrı düşünülemez. Bireyler -iş bu metnin konusu Akyürek ifadelerinde görüleceği üzere- bilerek, bilmeyerek unutabilir. Ne var ki, klişe olacak ama tarih, hele de Google çağında asla unutmaz. Devlet, akıl, ruh kavramlarının sık geçtiği yazıyı, Akyürek'in selefi olan polis şefi Sabri Uzun'un zaman zaman vurgu yaptığı 'devlet terbiyesi' sözünün çağrışımlarıyla bitirelim:
Uzun, devlet terbiyesinin yanı sıra istihbaratçıda da bir 'istihbarat terbiyesi'nin olması gerektiğini savunur. Ve devlet terbiyesinin dışına çıkan memurun -devlet ve istihbarat akarsu gibi kendini temizlerken- birey olarak pisliğe bulaşacağını söyler. Bu doğru. Hatırlayalım: 1980'lerde devletin kötülükleri Kenan Evren'lerde, 1990'larda Susurluk sürecinde Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'larda, 2000'lerde Ergenekon sürecinde de Zekeriya Öz'lerde vücut buldu. Demek ki devlet, Ali Bulaç'ın dediği gibi, bir ruh. Sürekli beden değiştiren… Ve fakat günahlarını, ayrıldığı bedene bırakan…