8 EYLÜL PAZARTESİ
Bir yaratıcılık alanı olarak pazarlar
Pazartesi günleri Selamiçeşme'deki Özgürlük Parkı'nın orada pazar kuruluyor. Taze sebze meyveyi uygun fiyata almak elbette ki kaçırılmayacak fırsat ama beni esas çeken başka: Müthiş bir yaratıcılık alanı pazar... Psikoloji, sosyoloji, reklam, pazarlama, hepsi orada. Pratik zekâ neymiş, anında görüyorsunuz. Kayıtsız kalınamayan slogan nasıl olurmuş, duygulara nasıl hitap edilirmiş, gündem takibi nasıl yapılırmış, sebze-meyve üstünden bir sahne, bir hikâye nasıl kurulurmuş... Çocukken sularını akıta akıta yediği karpuzları hatırlamayan var mı? Buyrun size mükemmel bir pazarlama stratejisi... "Niye hırsız aldatan?" diye soruyorum, pazarcı anlatıyor: Bahçeye hırsız girmiş, kavun çalacak. Ama o kadar beyaz ki bunun kabuğu, kabak zannedip suratına bakmıyor ve hayatının hatasını yapıyor. O etmiş, sen etme! "Üç aylık bebeğe yedir anne diye bağırsın" yazanın ise, bence reklam ajansları hemen düşsün peşine!
9 EYLÜL SALI
Ağız sulandıran bir film: Chef
Entelektüel sinema seyircisi türlü kusur bulabilir ama sıcaklığıyla, umut veren haliyle ve göz doyuran mutfak sahneleriyle bana çok iyi geldi. Yan rollerde "Parayı veriyorum, düdüğü çalarım" diyen restoran sahibi olarak Dustin Hoffman, eski eş rolünde güzeller güzeli Sofia Vergara, onun eski kocasını canlandıran Robert Downey JR, restoran çalışanı olarak Scarlett Johansson filan var. Başroldeyse Chef'in aynı zamanda yönetmeni de olan Jon Favreau. İşini tutkuyla yapan bir şef görüyoruz. Fakat ünlü ve ukala bir yemek blogcusunun tadıma gelip yerin dibine batırmasıyla hayatı tepetaklak oluyor. Devreye sosyal medyanın deli/ delirtici gücü giriyor: Twitter'da yemek yazarına laf çakmasıyla bir anda binlerce takipçi, ertesi akşam çıkardığı kavganın internette paylaşılmasıyla da büyük geçmiş olsun... Sosyal medyada fenomen oluyor ama işte onunla mı gülüyorlar, ona mı gülüyorlar? İş kapıları kapanınca, bir yemek karavanıyla sıfırdan başlıyor. Ve krizin fırsata dönüşmesi oluyor bu. Sırf kariyerinde değil, 10 yaşındaki oğluyla kurduğu yeni ve bambaşka ilişkiyle babalığında da... İşini seven, sahiplenen, iyi yapan, pis taraflarından gocunmayan adam, her yerde kıymet... Ve dürüst yemek, yolunu bulur!
10 EYLÜL ÇARŞAMBA
Kafa bozan kafeler
"Tok satıcı bunlar" dedi bir ahbabım. Hem de nasıl. Ama onların bu tokluğu bizi aç bırakıyor! Karaköy ve Moda'daki kafelerde benzer haller: Masaya oturunca bakan, aç mıyız susuz muyuz soran, menü veren, sipariş alan, aldığı siparişi getiren, içki/su var mı/bitti mi dikkat eden, en nihayetinde hesabı getiren... Kimse yok nedense. Niye ki, garson yok mu, diyeceksiniz. Var da, garsonlar bu işlere bakmıyor! Kılık kıyafet ve hal tavır itibarıyla müşterilerden ayırt edilemeyen garsonlar, ortalıkta muhabbet ediyor, köpek seviyor, sosyal medya takibi yapıyor ya da başka meşgale buluyor kendine ama yukarıdaki işlere hakikaten bakmıyor. Artık o kadar ki... Yaz aylarında buzdolabına su koymak kimsenin aklına gelmiyor. Geçtiğimiz haftalarda bu iki semtteki dört kafede aynı şey yaşandı. Su istedik. Soğuk. Ve "Soğuk su yok yalnız" cevabını aldık. Buz teklif edenler kadar, 40 derece sıcağı hiçe sayıp banyo bile yapılmayacak sıcaklıkta suyu, üstüne bir de bulaşık makinesinden henüz çıkmış sımsıcak bardak eşliğinde getirip hiç tınmayanlar da vardı. Böyle popüler bir semtte kafe açıyorsun, sonra zahmet edip dolaba su bile koymuyorsun. "El insaf" dediğimiz bir eleman, suları dolaba dizerken "Yeni bitti de" dedi. Dolabın büyüklüğüne baktık da, oturmakta olan dört müşteri aynı anda 100'er şişe su istemiş olmalı!
11 EYLÜL PERŞEMBE
Sahi'de herkesin lokumu kendine!
Karaköy'de, Tophane'den rıhtıma giden yol üstünde zevkli bir dükkân açıldı; adı Sahi. Herkesi cezbedecek şeyler var içinde. Şehir kültürünü önemseyen, geçmişi bugüne bağlayan tasarımlar, tatlar... Peştamal, fincan, kitap, börekitas... İçeri girdiğiniz anda karşınıza çıkan lokum tezgâhına ve Münir Usta'ya karşı koymanız çok zor. Ağzımıza attığımız lokumun tazeliği ve nefaseti hayret ettiriyor. Ve öğreniyoruz ki burada herkes hemen o anda kişisel lokumunu tasarlayıp yaptırabiliyor. Adım adım tarif de etmişler: 1. Münir Usta'yı bul! Tezgâhın hemen sağında. Çekinme yaklaş. 2. Lokumunun dışına karar ver! Hindistan cevizli mi pudra şekerli mi olsun? 3. Malzemeni seç! Taze kaymak, kuru meyve ya da kuruyemiş çeşitlerinden dilediğin biri, ikisi ya da üçü... 4. Lokumuna isim bul! Bu senin lokumun. Adını koymak hakkın. 5. Taze taze yemeye başla! Hissettiklerini ruhuna kaydet. Bir gün sadece o hissi hatırlamakla bile mutlu olabilirsin.
12 EYLÜL CUMA
Ünlü ingiliz çaycı da geldi
Akasya Acıbadem, en başta ferahlığıyla tavlayan bir AVM. Mağaza çeşitliliği gayet iyi. Yeme içme dükkânları gayetten de iyi! En son Fransız gurme markası Fauchon'dan bahsetmiştik. Şimdi de 1886 doğumlu ünlü İngiliz çaycı Whittard teşrif etti. Büyük teneke kutu/kavanozlardan çay/ kahve seçip eve alınabilir ya da orada yudumlayarak yanında İngiliz 'shortbread' kurabiyelerden tadılabilir. Ben Assam Harmutty 2nd Flush denedim. Kökeni Hindistan'ın Assam eyaletine uzanan bu özel üretim çay, hadi o jargonla söyleyelim 'dolgun gövdeli', fevkalade yumuşak içimli ve hafif tatlımsı lezzetteydi, çok beğendim. Yanımda, Brezilya'da içtiklerinden sonra kahve beğendiremediğimiz bir müşkülpesent vardı. Whittard'ı daha ziyade çaycı olarak bildiğim için yine olmayacak diyordum ki, sert kavrulmuş Brezilya ve Endonezya kahvelerinin harmanı Santos & Java'nın İstanbul'da içtiği en iyi kahvelerden olduğunu söyledi. Hayat, en olmadık yerden vurup, en ummadık yerden gülüyor...