Geçtiğimiz hafta Atina, haberciler açısından oldukça yoğundu. 'Radikal solcu genç başbakan Aleksis Çipras, Almanya gibi güçlü bir ülke ile başa çıkabilecek mi', 'Yunanistan yine mi iflas edecek yoksa Euro Bölgesi'nden dışlanacak mı' gibi sorular herkesten çok biz gazetecilerin aklını kurcalayıp durdu. Hatta geçen hafta ortasında AB zirvesini izlemek için Brüksel'e gidip gitmeme arasında bocaladım. Nihayet gitmemeye karar verdim ve aldığım bir daveti değerlendirmek için, mart ayı için, hele Atina'da, alışılmışın ötesindeki soğuğa bakmadan motosikletime atladığım gibi soluğu, şehrin en 'entel' denilebilecek semtlerinden biri olan Aghia Irini Meydanı'da aldım. Gece karanlığında motosikleti zar zor park ettim ve davetli olduğum ünlü Faust sahne/barına giriverdim.
Sahne/bar diyorum çünkü Faust adlı mekan, ikindi vakti tiyatro sahnesi; gece vakti ise daha çok amatör müzisyenlerin sahne aldığı sevimli bir yer. O gece biri Fransız dördü Yunan, beş amatör müzisyenden oluşan bir grup sahne alıyordu.
Küçük sahnenin önüne açılan salon oldukça kalabalıktı. Bir gitar, bir saksafon, bir kontrbas, bir akordeon ve davulcudan oluşan grup, 1940'lı ve 50'li yıllarda Fransa'da ün salmış şarkıları çalıp söylüyordu. Salon aniden keyfe gelmişti. Bazı çiftler kalkıp Edith Piaf'ın bir zamanlar o eşsiz sesiyle söylediği şarkılarına kâh vals, kâh tango ve swing yaparak eşlik ediyor ve etrafı daha da şenlendiriyordu. Sanki Paris'in 40'lı 50'li yıllarına Pigale Meydanı'na ışınlanmıştık.
Gitar çalan Fransız müzisyen arada sırada monotonluğu kırmak için Fransız aksanıyla Yunanca, Almanca ve İngilizce şarkılar da söylüyordu. Hepsi de o eski yılların ünlü şarkılarıydı.
Oldukça esprili olan Fransız müzisyen, son dönemdeki Yunan-Alman çekişmesine göndermeler yaparak Almanca bir şarkıyı söylemeden önce salondakilere "Şimdi korkmayın, bana kızmayın ama size güzel bir Almanca şarkı söyleyeceğim" diyerek biraz da siyasetin gülünç yönlerine değinmişti. Ardından da ünlü Amerikan New York, New York şarkısını söylemeye başladığında aklıma hemen Betigül geliverdi...
Betigül, çok sevdiğim arkadaşım işadamı Asaf Güneri'nin sevgili eşi ve bizim çok sevdiğimiz bir ablamızdı. Bu şarkıyı çok seviyordu ve her fırsatta eşi Asaf ile dans ettiğini gözümün önüne getiriyordum ki. Aniden cep telefonum çaldı. Gecenin o saatinde "Allah bilir yine neler oldu ki beni arıyorlar" diye mırıldandım. Telefondaki ses Asaf'ın sesiydi. İki yıldan bu yana bir türlü sağlığına kavuşamayan sevgili eşini kaybettiğini söylüyordu bana. Telefon az kaldı elimden düşecekti. Ne söyleyeceğimi bilemedim, öyle kala kalmıştım. Bu kadar kötü bir tesadüf olamazdı, Betigül güzeldi, gençti, çağdaştı, bonkördü, nazikti ve en önemlisi insandı.
Sahnedeki müzisyenlerle salondakiler birbirlerine lütuflarda bulunarak eğlene dursunlar beynimden vurulmuşluğum her halimden belli olmalı ki, yanımdakiler "Ne oldu kötü bir gelişme mi var, yoksa AB'den mi kovulduk" gibi şaka ile karışık sorular sormaya başladılar. Durumu anlattım ve kendimi Faust'tan dışarıya attım. O gece pek uyuyamadım.
Ertesi gün uçakla İstanbul'a geldim. Uçakta eşleriyle birlikte birkaç Yunan işadamı, armatör ve doktora rastladım. Hepsi Betigül'ün cenazesi için İstanbul'a geliyorlardı. Hepsi, gemicilikle uğraşan Güneri Ailesi'nin sevgili dostlarıydı.
Hayatın çok garip ve sürprizlerle dolu olduğunu hep duyarız, başkalarından dinleriz. Ama başımıza gelmeden bunun ne anlama geldiğini pek anlamayız. Demek ki Betigül'ü bu fani dünyadan New York New York şarkısıyla ruhen uğurlamak bana düşüyormuş.