Bayram bayram gibi, adam adam gibi, isyan isyan gibi, tepki tepki gibi, cevap cevap gibi, tavır tavır gibi, hiçbir şey olması gerektiği gibi değil.
İnsan kendi dünyasından öteye geçmekte nasıl da zorlanıyor ve bunu ancak büyük bir bedel ödeyerek nasıl da geç fark ediyor. Ve bunu fark ettiğinde yüzü nasıl da kızarıyor.
Büyük acıları bile başkalarının canını yakmak, onları suçlamak, alaşağı etmek için kullanma becerisine sahip olmak... İşte kötü ruhun ta kendisi.
Aylardan temmuz. Güneş parlıyor, hava sıcak, deniz mavi, gökyüzü berrak, çiçekler pembe, oturuyorsun bir ağacın gölgesinde, üzüntünün dibinde ve artık yaz değil. Dün bin bir anlam, mutluluk, neşe, sevinç, amaç yüklediğin ne varsa şimdi burada değil.
İnanmaya ihtiyacımız var değil mi?
Bir yola, bir amaca, bir insana, bir duruma, bir fikre... yeter ki inanmalıyız değil mi? Yıkıcı, yakıcı, yok edici bile olsa insanın inanma ve aidiyet ihtiyacı nasıl da tutkulu ve tutsak değil mi?