Sanki kuşmuşsun gibi.
Sanki kollarını açıp, kanatlarını çırpıp göklere çıkmışsın gibi.
Sanki gecenin dördünden güne uyanınca başka bir sen olabilirmişsin gibi.
Sanki sen dururken yer altında kayıyormuş gibi.
Çok acayipti çok.
Pazartesi akşamı Ezgi Mola ve Tolga Çevik'le "Patron Mutlu Son İstiyor" film setinde buluşmak için Kapadokya'ya geldim. Benimkisi olacak iş değil ya, Kapadokya'ya ilk defa geldim.
İlk defanın ilk izlenimi şu; burası ne kadar sessiz ve büyülü. Büyücü olur insan burada, büyücü.
Ezgi ve Tolga'yı daha sonra anlatacağım. Önce başıma gelen balonla uçma macerası var.
Basın ilişkileri uzmanı arkadaşım Selma Semiz, otele varır varmaz talimatı verdi: "Ayşe saat 04.20'de kapıda hazır ol".
"Nedenmiş o? Ben o saatte kırkıncı uykumda oluyorum yahu, sette tırnak kontrolü mü var, nedir olay?"
Olayımız balonla uçmakmış. O saatte yola çıkıp, Göreme Balloons'un merkezine gidecekmişiz.
Ee, gittik. Bu arada hava buz. Kar montları, yün çoraplar şeklindeyiz.
Göreme Balloons'un karşılama yerine bir çift laf etmeden geçersem gözüm açık gider. Yahu sen her gün yüzlerce turisti uçuruyorsun. Dünyanın en güzel anılarından birini yaşatıyorsun. Bu ne biçim karşılama yeri? Bu ne biçim 'hoş geldin?'
Toz toprak yığınının arasından camekânlı eski bir odaya alıyorlar sizi. Karşıya tuhaf ahşap bir masa koymuşlar, üzerine Göreme Balloons tişörtleri atmışlar. Elini sürmezsin.
Onun yanında uzun bir masa, üzerine poğaça, bisküvi ve çay-kahve makinesi koymuşlar. Tümden rezillik. Pis cam kapların içinde çaylar, kahveler, bir de oralet. Çirkin plastik bardaklar. Olur mu?
Sen adam başı 150 eurodan uçuyorsun. Kapıda kuyruklar var. Yap üç beş güzellik. Hoş fincanlar koy, hatıra eşyaları sat, onları da masaya atma şık mini bir butik havası yarat. Sağı solu bir sil.
Ayıp değil mi? Nasılsa balon turumuz güzel kafası... Ee, daha güzel olsun canım kardeşim. Karşılama her şey olmasa da çok şeydir.
Neyse, sonra minibüslerle gittik vadiye. Onlarca balon yan yatmış şişiriliyor. Şişme, ısınma merasimi tamamlandıktan sonra biz dört kişilik balonumuza biniyoruz. Kaptanımız Süreyya, yani kadın. Kendinden nasıl emin, nasıl kaptan.
Sakin olun, yerinizden kımıldamayın, intihara kalkışmayın gibi uyarıcı cümleler söylüyor. Sonra havalanmaya başlıyoruz. 10 metre, 20 metre, 30 metre, 50 metre derken 750 metrede gün doğumunu izliyoruz.
Çok acayip bir his. Altındaki sadece sepet, üstündeki balon ve sen öylece gökyüzündesin. Her taraf balon. Böyle bir sahne yok. anlatabilmek de yok. Hem çok küçüksün hem çok büyük.
Hem özgürsün, hem tutsak. Deli bi'şey.
Tabii 800 metreden yere bakınca bir iç çekilmesi yaşamadım, kaptana dönüp "Bu balonlardan düşen oldu mu?" kıvamında sorular sormadım değil. Ama olacak o kadar.
Çok güzeldi çok. Hayat gibi güzeldi. Hayat bizi hep üzmez, böyle de severdi.