Bir süre önce Başkan Erdoğan en azından bölgemiz açısından iyi haberlerle başlayan 2025 yılını "Aile Yılı" ilan etti. Dün de Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın düzenlediği "Aile Yılı Tanıtım Toplantısı" vardı. Birileri bu konuyu görmezden gelse de aile kurumunun yaşadığı derin bunalım aslında bütün dünyayı sarsıyor...
Bu yüzden Başkan Erdoğan yıllardır her konuşmasında aile kurumunun önemini vurguladı ve en azından "üç çocuk" talebini seslendirdi. Dün bir kez daha aile kurumuna dikkat çekti:
"Aile, toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır. Aile kurumu, toplumsal hayatın düzenlenmesinde ve devamlılığında önemli roller üstlenir. (...) Güçlü fertlerin güçlü aileye, güçlü ailenin güçlü millete, güçlü milletin de güçlü devlete giden yolun taşlarını döşediği yalnızca sosyolojik bir tespit değil aynı zamanda tarihi bir hakikattir. Bu hakikatin ışığında aile yapımızı korumak, tahkim etmek ve bizden sonraki kuşaklara zengin bir miras bırakmak, hepimizin görevidir."
Bu çaba boşuna değil; çünkü aile kurumu sadece Türkiye'de değil bütün dünyada tehdit altında ve çatırdıyor. Batı'nın dayattığı pozitivist modern sistem, belki hayata kolaylaştırdı ama insanı da derin bunalıma ve yalnızlığa itti. Parçalanan aileler, artan boşanmalar, yalnız yaşayan anne babalar, sevgisiz büyüyen çocuklar, bireyci ve haz odaklı bencil insanlar... Aile kurumu parçalanınca da toplumun dengesi bozuldu.
Başkan Erdoğan son yıllarda artan ve bütün ülkeleri tehdit eden asıl tehlikeye de dikkat çekti:
"Bireyi, aileyi, toplumu ifsat eden cinsiyetsizleştirme politikalarına tepki göstermeye devam edeceğiz. Kim ne derse desin Türkiye'nin tavrı bellidir."
Doğrusu bu tepkiler sadece Türkiye'den de yükselmiyor. Dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde bir yandan küreselleşme ve aşırı liberalleşme göklere çıkartılırken, tehlike çanlarının çaldığını görüp seslerini yükseltenler de var. İngiltere'de aile mahkemelerinden sorumlu yargıç Paul Coleridge, bir konuşmasında Batı'daki aile kurumunun "çöküş" yaşadığını söylüyordu:
"Şu an çok sayıda aile, hayatlarının hiçbir alanında yer almayan, destek olmayan veya çocuğun yetiştirilmesine katkıda bulunmayan birçok farklı babadan evladı olan anneler tarafından büyütülen çocuklardan oluşuyor. Bunlar istisnai ve tek seferlik durumlar değildir."
Yine İngiltere'nin önemli kuruluşlarından Sosyal Adalet Merkezi Direktörü Christian Guy, daha 2013 yılında aile parçalanmalarını ülkeyi vuran bir tsunamiye benzetiyordu.
Bu tsunami, Batı'nın birçok ülkesini sarstı ve sarsmaya da devam ediyor. Sadece birkaç rakam bunu anlatmaya yeter. İngiltere'de boşanma oranı yüzde 42, Amerika'da yüzde 53, İsveç'te yüzde 64, Belçika'da ise yüzde 70 civarında.
Türkiye'de de bu rakamlar artıyor. Örneğin son 5 yılda yalnız yaşayanların sayısı 5 milyonu aştı. Son 20 yılda evlenme oranı düşerken boşanma oranı da yüzde 89 arttı. Mesele sadece rakamlardan da ibaret değil, aile kurumunun yaşadığı tsunami toplumda derin bir travmaya yol açtı. Sorunlu büyüyen çocuklar, birbiriyle konuşmayan toplum, hiç bitmeyen kadın cinayetleri ve aile içi şiddet...
Bu çöküş ve derin bunalım, dünyada yaşanan küresel hesaplaşmalardan, bölgesel çatışmalardan, terör ve salgın tehlikesinden, hatta ardı arkası kesilmeyen doğal afetlerden çok daha vahim bir sorun. Türkiye işte bu sorunun farkında ve geç olmadan önlem almaya, aile kurumunu güçlendirmeye çalışıyor.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, son noktayı koyuyor:
"2025 Aile Yılı'nı, güçlü aile yapımızın korunması için bir milat olarak görüyoruz. Aile yapımızın köklerini koruyarak yenilikçi sosyal politikaları hayata geçireceğiz."