Geçmişte siyasi aktörler bir gerçeğin halka ulaşmaması için eğip büker, başka bir yerinden bakarak görmezden gelirlerdi. En azından açık açık yalan söylemezlerdi. Şimdi bırakın eğip bükmeyi, yalanın bini bir para. Tam "post truth" çağı... Yalanları ortaya çıktığı halde bile birçok siyasetçi bana mısın demiyor, hatta ortalıkta "kahraman" gibi dolaşıyor.
Bu türün en tipiklerinden biri de İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu...
Önceki gün İmamoğlu'nun bir davası vardı. Dava ertelendi ama o gün adliye koridorları kelli felli siyasetçilerin siyasi yalanlarıyla çınlayıp durdu. Engin Altay, Seyit Torun gibi CHP'nin ağır topları, "İktidarın, siyasi rakiplerini yargı yoluyla baskı altına aldığını" söyleyip durdu.
Peki, İmamoğlu'nun yargılandığı dava ne davasıydı da muhalif siyasetçiler baskı altına alınıyordu?
Şu çok net: Söz konusu dava siyasi bir dava değildi ve İmamoğlu da siyasi görüşleri nedeniyle yargılanmıyordu. Neyle yargılanıyordu biliyor musunuz?
"Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaretten..."
Gördüğünüz gibi ortada bir hakaret davası var ve davacılar da Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve üyeleri.
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın iddianamesinden sadece şu girişi okuyalım:
"Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı tarafından 15/11/2019 tarihli müzekkere ile yapılan suç duyurusunda özetle; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçilen Ekrem İmamoğlu'nun seçimin iptaline ilişkin olarak 4 Kasım 2019 Pazartesi günü yaptığı basın açıklamasında '31 Mart'ta seçimi iptal edenler ahmaktır...' şeklindeki ifadelerle kurul üyelerine hakaret içeren..."
Suç duyurusunda bulunan ve o duyuruyu ses kaydının yer aldığı CD ile savcılığa gönderen de Yüksek Seçim Kurulu.
İmamoğlu bu gerçeği bal gibi biliyor. Pervasızlığı bugün çok daha net görülüyor. Kendisini destekleyenlere, "Vız gelir tırıs gider" dediği, "Akıllı ol" diye uyardığı gibi Yüksek Seçim Kurulu üyelerine de "ahmak" demekte beis görmüyor.
Mahkemeye sunduğu ilk savunmasında onları kastetmediğini, söylemin belli bir şahsı hedef almadığını söylese de sonra bunun yeterli olmadığını anlıyor ve rotayı siyasi bir isme çeviriyor: İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya...
"Bu dava benimle İçişleri Bakanı arasındadır."
Amaç çok açık, davayı siyasileştirmek... Oysa davayı açan Bakan Soylu değil, Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı...
Bu duruma itiraz eden Bakan Soylu'nun avukatı Uğur Kızılca mahkemeye başvuruyor ve şöyle diyordu:
"Ekrem İmamoğlu, hakaret suçundan kurtulmak ve/veya daha az ceza almak amacıyla savunma taktiği olarak soruşturma aşamasında vermiş olduğu savunmadan farklı olarak bu kez İçişleri Bakanı olan müvekkilimi kastettiğini beyan etmiştir."
Tabii fondaş medya ve sosyal medya da bu noktada devreye giriyor, "yalan" gerçek gibi sunuluyordu.
Bu tablo bana, 60 darbesi öncesi Menderes'e saldıran medya ortamını hatırlattı. Özellikle gazetecilerin yakın geçmişten ders çıkarmadıkları çok açık. Sadece şu örnek bile yeterli.
Önceki gün ABD'li işadamı Murdoch'ın Fox TV'sinde birbirlerinden çok farklı fikirlere sahip(!) 5 gazeteciden biri olan hemşerim Deniz Zeyrek, İmamoğlu davasını şöyle yorumladı:
"Böyle iddianame olmaz. İçişleri Bakanı kendinde milyonların oyu ile seçilmiş bir belediye başkanına ahmak deme hakkını görüyor, ona dava açılmıyor. Belediye başkanı 'İade ediyorum' diyor, ona dava açılıyor. Böyle bir durum var yani."
Bu tespitlerin hiçbiri doğru değil. Algı denilen şey tam da bu işte... Ama bütün bunlar bile bir siyasi aktörü sahici yapmaya yetmez.