Ortada bir siyaset olmayınca, herkese gülücükler dağıtan, içi boş söylemlere sahip siyasi aktörlerin hayal kırıklığı yaratması kaçınılmaz. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu tam da bunu yaşıyor. Üç yıl önce bir siyasi mühendislikle çıktığı "kahramanın yolculuğu" bir başka siyasi yolculukla bitme noktasına geldi. Bir günde adeta linç edildi. Nagehan Alçı sadece bahane...
Peki, o zaman en ilerici, en çağdaş sosyolojideki bu nefretin, bu linç kültürünün nedeni ne?
Birinci neden, sürekli kaybetmeleri ve neden kaybettiklerini oturup düşünmemeleri... Bu onları inanılmaz öfkeli yapıyor. Aynı zamanda şu gerçeği de görüyorlar: Kahraman ilan ettikleri adamlar aslında aradıkları değil. Bu düşünce dipten gelen bir dalgaya dönüştüğü için de artık gerçeği saklayamıyorlar.
Doğrusu iki taraf da, kahraman ilan edilen de biat edenler de içlerine atmaktan yoruldu. Nasıl yorulmasınlar ki... Biri 12 yıldır girdiği her seçimi kaybeder, koltuğundan kalkmaz. Hiç hesapta olmayan birini aday yapar, "aydın" sosyoloji de "tıpış tıpış" gidip oy verir, kimse gıkını çıkarmaz.
Öteki ondan da beter işlere imza atar. Adam kendini yapraklara alkışlatır, biyolojik arıtma için temel atmama töreni yapıp övgü alır, İstanbul için hiçbir proje üretmez, alkışlanır. Sel olur Bodrum'a gider, deprem olur kayağa gider, herkes susar ve içine atar.
O kadar çok şey birikmiş ki, son geziye çağırdığı iki gazeteci, o öfkeyi açığa çıkarmaya yetti.
"TUVALET TERLİĞİ"
O öfkeli ruh halini de en çarpıcı biçimde sosyal medya fenomeni Jahrein itiraf etti:
"Ellerim kırılsaydı da İmamoğlu'na oy vermeseydim... Birinci turda herkes istediğine oy versin. Bütün siyasi partiler aday çıkarsın. Kimin kaç kişi olduğunu görelim. Ondan sonra tuvalet terliği de gelse oyu basacağız. Yapacak bir şey yok."
İmamoğlu da aynı ruh hali içinde mafyatik bir üslupla toptan cevap verir:
"Bu tarz girişimleri yapanları akıllı olmaya davet ediyorum. Akıllı olmaya..."
CHP, sol ve onlara yol arkadaşlığı yapan "milliyetçi-muhafazakâr" muhalefetin getirildiği hale bakın; "tuvalet terliği"ne bile oy verecek durumdalar.
Artık Kemal Kılıçdaroğlu mu "terlik" olur yoksa Abdullah Gül ismi mi yeniden pişirilir bilemem, ama bu nefret halinden kurtulmaları çok zor. Yaşadığı büyük travmayı biraz da Muharrem İnce vari değerlendiren İmamoğlu şöyle diyor:
"Bu toplumun rehabilitasyona ihtiyacı var, hepimizin. Kendimi de bundan ayırmıyorum."
***
İNGİLİZCE BİLEN MİSYONERLER
Bazı devletlerin Suriyeli göçmenler üzerinden Türkiye'yi karıştırmak istediği biliniyor. Acı olan, bu operasyona içeriden bazı siyasi partilerin de destek vermesi. Hem de ülkesi Suriye'de ABD-PKK hattına karşı yeni bir "güvenli bölge" hamlesine hazırlanırken, Kuzey Irak'ta PKK terörüne karşı mücadele ederken, hatta Ukrayna-Rusya Savaşı nedeniyle diplomaside eli güçlenirken.
Tam bu konjonktürde kışkırtıcı söylemleriyle Ümit Özdağ'ın rol alması hiç şaşırtmadı ve sert tepkilere yol açtı.
En sert tepkiyi de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, onu "provokatör" ilan ederek verdi. O da tavrını kışkırtıcı bulan herkese "seviyesizce" ağzına geleni söyledi. Benim için de kabadayı üslubuyla bir tweet attı. Daha fazla ayrıntıya girmeden sözü yazımda değerlendirmesine yer verdiğim yazar İsmail Nacar'a bırakıyorum:
"Özdağ, benim için Mahmut Övür'e, 'Mahmut, Nacar dediğin kişiye sor İngilizce biliyor muymuş?' diyor. Bu ifadesiyle İngiliz ve İngilizce'yi putlaştıran Özdağ'a hatırlatmak isterim:
İngiliz Misyoner Cemiyeti'nin, Osmanlı topraklarında kurduğu 178 İngiliz koleji, imparatorluğumuzun yıkılışında büyük rol oynadı.
Onun için bir tarihçi olarak, İngilizce bilen misyonerlerden nefret ederim."