ABD Başkanı Biden, son silahı soykırım iddiasını da kullanarak Türkiye'yi sıkıştıran bir hamle yaptı. Bu hamlenin bir ayağı da zaten parçalı iç cepheyi daha da parçalamaktı. Başarısız olduğu da söylenemez. HDP ve solun bir kesimi buna dünden hazırdı. CHP ve İYİ Parti de Biden'dan çok Başkan Erdoğan'a yüklenerek bu hamleye katkı sundu.
Bu tablo bana sevgili Orhan Miroğlu'nun Markar Esayan'ın ardından, bu coğrafyada onlarca halkın nasıl bir arada yaşadığının sırrını açıkladığı o harika yazısını hatırlattı. İşte o harika yazının özeti:
MÜHÜRLENMİŞ HÜZÜN
Markar Esayan'ı kaybettik. O bu güzelim ülkede yaşayan milyonların tarihin içinden geçtiğimiz bu "tuhaf zamanlarında" gerçekleştirdiği beyaz devrime "amasız, fakatsız" inanmış bir yoldaşımızdı, başımız sağolsun, kardeşimizin toprağı bol olsun.
Galiba birbirimizi bir Kürt ve bir Ermeni olarak iyi anlıyorduk.
Markar'ın son yolculuğu;
"mühürlenmiş zamanlardan" çıkıp gelmiş bir Ermeni aydınının zamansız ve çok erken ölümünü, "mühürlenmiş hüzün" gibi yaşayan dostlarının, bir dosta, bir kardeşe derin bir vefası gibi yaşanacak, biliyorum.
Dostumuz, arkadaşımız Markar Esayan, halkının yaşadığı acının ve kederin farkındaydı elbette.
Ermeni aydınlarının Hrant Dink'in yönetimi altında çıkardıkları Agos gazetesine Hrant gibi ve onunla beraber yıllarını vermişti.
1878 Berlin Konferansı'na kadar tebaa-i sadıka unvanını kazanmış bir milletin neferi olan Markar, tıpkı Hırant Dink gibi bu kanun-u kadimin şuuruna sahipti. Osmanlı devlet geleneğinin ne olduğunu idrak edebilmiş bir Ermeni aydını olarak Markar, 1878'den itibaren yaşananların farkındaydı.
Osmanlı'nın zeval çağından; dünya ifsad çevrelerinin istifade ettiklerini biliyordu ve büyük devlet geleneğinden sapıldığının şuurundaydı.
NEDİR BU DEVLET GELENEĞİ?
Bu devlet geleneğini kimler inşa ve ihya etti?
Selahaddin Eyyubi Kürt'tü, Şafii'ydi. Ancak Hanefi-Maturidi hukukun ihyasıyla Haçlı seferlerini durdurdu.
Nizamülmülk Acem'di, Şafii'ydi. Selçuklu'yu o devlet yaptı. Hanefi-Maturidiliğin altını çizdi. Âleme nizamın nasıl verileceğini yazdı.
Osman Gazi'nin can dostu, nökeri, sağ kolu Harmankaya Tekfuru Mihaloviç Rum'du, Hıristiyan'dı. Hem kılıcıyla hem duruşuyla bu davayı anlamıştı.
Molla Gürani Kürt'tü, Şafii'ydi. Osmanlı devlet hukukunun Şia etrafında değil bu gelenek etrafında kurulması gerektiğini en iyi o biliyordu. Fatih'e hocalık, fetih çağında devlete babalık yaptı.
İdris-i Bitlisi, Yavuz devrinde Hanbeli, Şafii, Ortodoks, Şii, Maruni tüm unsurları bir arada tutacak hukuku inşa ve ihya etti.
Mevlânâ ve Yunus şiirleriyle katıldılar bu kutlu hukuk bütünlüğüne.
Yukarıdakilerin cümlesi, kılıçtan çok kalem oynatıp Akdeniz'de 19. yüzyıla kadar huzuru ve güveni kelamla sağladılar, Allah'ın tüm kulları için.
Savaş kılıçla kazanılır, fetih kalemle ve kelamla yapılırdı. Önce söz vardı çünkü.
Markar tüm bunların idrakindeydi.
Bu devlet geleneğinin ne olduğunu anlamıştı.
Tarih öyle yaşanmıştı ki, Osmanlı sonrası "dünya düzeninde" Ermenilerin Ortodoksluğu, Rusya'nın, Fransa ve Amerika'nın elinde kalmıştı.
Oysa Ermeni milletinin tek dostları bin yıl birlikte eser verdikleri, şehirleri şenlendirdikleri Hanefi- Maturidi Türkler ve aynı köylerde, aynı şehirlerde kirve oldukları, beraber yaşadıkları Kürtlerdi.
MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET
Onlar Türk doğulmayacağını, ancak Türk olunabileceğini ve bunun da neseple, kanla, kafatasçılıkla olmayacağını biliyorlardı.
Şimdi artık bu devlet, zeval çağından Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliği sayesinde çıkmış, kemal devrini idrak etmiştir.
Markar'ın hikâyesi, bu kısa ömre sığmış o büyük mücadele, ödenen bedeller hatırda kaldıkça, dünyayı ve coğrafyamızı yeniden Lübnanlaştıramayacaklarını haykıracağız hep beraber.
Çünkü biliyoruz ki "kemal çağına" kaldığımız yerden devam etmek, bizim için en hayırlısı olacak!
Muhtaç olduğumuz kudret, tarihimizde ve Markar kardeşimiz gibi insanların ister Türk, ister Kürt, ister Ermeni, şu bu, herkesin yüreğine dokunan, hayranlık uyandıran ve umut veren hayat hikâyelerinde mevcuttur.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz