Sevgili Salih Tuna, bir süredir SABAH'taki köşesinde ilginç bir yöntem deniyor; "Genel Merkez'de..." diyerek CHP Genel Merkezi'nin kozmik odasında, genel başkanın kimlerle ve neler konuştuğunu mizahi bir dille anlatıyor.
Şimdi o yazılardan bir roman doğdu ve kitapçılarda; "Kafasını Kaybeden Adam".
Kitabı okurken, daha çok güncel siyaset yazan bir yazar neden böyle bir yönteme başvurur diye düşündüm. Tek cevap bulabildim: CHP'deki gariplikler ancak mizahla anlatılabilir.
Çünkü tek parti dönemini bir yana bırakırsak, 1950'den bu yana tam 70 yıldır, en çok "değişim" sloganını kullanan bir parti olmasına rağmen hiç değişmeyen tek parti CHP'dir. Bugün bile Kemalistlere göre parti rotasından çıkmış olsa bile siyaset yapma mantığı değişmedi. İşte siyasi analizcileri, yazarları çaresiz bırakan da budur. Gerçekten CHP'yi CHP'li aktörleri analiz etmek kolay değil. ABD'yle ikili askeri anlaşmalara imza atıp sonra da antiemperyalist olduğunu söylemek, darbelere destek verip darbelere karşı çıkmak, Kürt raporu yazıp, Kürtlere sahip çıkmamak ve kısaca solcu görünüp sağcı olmak CHP'ye özgü bir davranıştır.
Salih Tuna işte bu paradoksu mizahla anlatıyor kitabında. SABAH'taki söyleşisinde bu paradoksun en parlak temsilcisinin Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu belirterek şöyle diyor:
"Kemal Bey gerçekten de inanılmaz bir karakter. Bilirsiniz, inanmakta zorluk çektiğimizde çokluk, 'Böyle bir şey olabilir mi ya' diye hayret ederiz. Fakat gerçek hayatta duyduğumuz öyle inanılmaz şeyler de vardır ki, filmlerde romanlarda anlatılsa, kimse inanmaz.
Hatta 'Böyle kurgu olmaz' denir.
Kılıçdaroğlu'nun da gerçek hayatta öyle 'kurgulanmış' bir hali var ki inanılmaz!.. Ben de zaten gerçek hayatındaki bu 'kurguyu' daha anlaşılır kılmak için romanını yazdım. Ortaya müthiş bir mizah kahramanı çıktı." Kitap tıbba da katkıda bulunuyor.
Bu davranışın mizahi tıptaki adı ise;
"Böncükleme..." Ne olduğunu da şu örnekle açıklıyor:
"Kemal Bey'in doktorunun 'böncükleme' adını verdiği rahatsızlık, bilinç kaybıyla başlıyor. Kemal Bey'in son kurultayda 'Saray yönetimi egemen güçlerin emrindedir' dedikten sonra 'egemen güçlerin' isteği doğrultusunda Kavala'nın serbest kalmasını talep etmesi bu rahatsızlığın dışavurumundan ibaret." Aslında birçok siyasi harekette bu "böncükleme" hastalığı var. Yıllar yılı ABD emperyalizmine karşı çıkan, büyük komplodan söz eden HDP, (CHP de dahil) ABD'nin YPG'yi silahlandırmasına hiç sesini çıkarmadı.
Bir örnek de kitaptan verelim. Kitap kahramanı Kılıçdaroğlu, gerçek hayatta kendisine yöneltilen Sorosçu suçlamasını yapanların ikiyüzlülüğünü İmamoğlu'na şöyle anlatır: "Ben Soros'tan fonlanan TESEV'in 183 numaralı kurucu üyesiydim hani? Ne oldu?
'Sorosçu çocuğu' diyordunuz, ne zaman ki milletvekili yaptım sizi, anında sayın genel başkanınız oldum, değil mi?
İmamoğlu şaşırır:
"Bir yanlış anlaşılma var sayın genel başkanım. Ben Barış Yarkadaş değilim."
"Sözümü kesme. Madem telefon açtın adam gibi dinle. Bak, Erdoğan benim siyasi rakibim. Hayatta en çok nefret ettiğim adam. Ama onun da bakan, başbakan, cumhurbaşkanı yaptıklarının hali ortada. Koltuklarından olunca hepsi düşman kesildiler ona. Siz de öylesiniz." Siyasetteki bu tür ikiyüzlülükler ancak mizahla anlatılır. Bakın şu durumda da bir ikiyüzlülük yok mu? Tuna'nın bu mizahi yaklaşımını CHP'li Engin Özkoç hiç sıkılmadan yargıya götüreceğini açıkladı. Adam sabah akşam düşünce özgürlüğünü savunacak, sonra da mizahi bir yaklaşımı yargıya götürecek. Buna "Aklını Kaybeden Adam"lar denmeyip de ne diyeceğiz?
Aklına sağlık sevgili Salih...