İdlib'de yaşanan insanlık trajedisinin bir yüzünde Rusya-Esad ittifakının kanlı saldırıları varken, diğer yüzünde de ABD'den AB'ye uzanan demokratik dünyanın terör örgütleriyle kurdukları kirli ilişkiler ve katliamlar karşısında suskunlukları var. Türkiye, askeri, siyasi ve insani duruşuyla dünyamızı kirleten, yaşanmaz kılan bu iki hattın da karşısında duruyor ve teşhir etmeye çalışıyor.
Bir anlamda Türkiye, Batı'yı o çok övündükleri insani değerlere sahip çıkmaya davet ediyor.
Bunu da kapılarını açtığı göçmenlerle yapıyor. Göçmenlerin Yunanistan sınırına yığılması AB için tam bir turnusol kağıda oldu. Demokrasi havarisi AB'nin yöneticileri, siyasi aktörleri söz konusu göçmenler olunca, birer ırkçı-faşiste dönüşüyor. Elbette hala o değerlere sahip çıkan Batılılar var ama ne yazık ki büyük çoğunluğu -sağcı veya solcu fark etmiyor- göçmen karşıtı, yabancı düşmanı.
Bu düşmanlığı göçmenlere karşı faklı öfkeleriyle zaman zaman görmüştük. Şimdi ise Yunanistan sınırına yürüyen göçmenlere sıkılan kurşunları dehşet içinde izliyoruz.
Buna rağmen başta Yunan Başbakanı Mitçotakis olmak üzere AB yetkilileri, çözüm üretmek yerine Türkiye'yi suçlamayı tercih etti. Onlara en sert cevabı ise süreci yakından izleyen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu verdi:
"21. Yüzyılda kendilerine Avrupalı diyenler bu tabloyu yaşayacağımızı söyleseler, 'Şaka yapıyorsunuz' derdik.
Bir şeye vesile oldu. Maskeleri düştü. İnsanlık nutku atanların, nasıl acımasız davrandıklarını görmüş olduk." İnsan hakları, özgürlükler ve demokrasi beşiği AB'nin bu tavrını birkaç gün önce Prag'da görüştüğüm yeni Çekya Büyükelçisi, Türkiye'nin ilk AB Bakanı Egemen Bağış'la konuştum. Bağış, bakanlık yaptığı dönemlerde de AB'nin hiçbir konuda istekli olmadığını ve üzerine düşeni yapmadığını belirtiyor ve şöyle diyordu:
"Türkiye, son yedi yılda milyonlarca mülteciyi ağırladı. Bunun hem finansal hem de duygusal yükünü üstlendi.
Ama ne yazık ki Avrupa'daki dostlarımız, uyarmamıza rağmen bu yükü paylaşmak istemedi. Geçen hafta Suriye'de barış ve istikrar getirmeye çalıştığımız İdlib bölgesinde 37 evladımız şehit oldu. Aynı günlerde bir-bir buçuk milyon yeni mülteci sınırımıza dayandı. Artık mülteci sorunu tek başımıza halledemeyeceğimiz bir noktaya geldi. Mültecilerin uluslararası hukuk uyarınca ülkeyi terk etme hakları var, Türkiye'den ayrılmak istiyorlar.
Geri dönemiyorlar, çünkü Suriye'deki Esad diktatöründen korkuyorlar.
Şimdi ne yapılacağına karar vermek Avrupalı liderlerin işi." Büyükelçi Bağış, mültecileri kabul etmenin çözüm olmadığını, çözümün Suriye'de aranması gerektiğini de söyledi:
"Çözüm, mültecilerin Avrupa'ya gitmeleri ya da Türkiye'de kalmaları değil. Onlar için çözüm ülkelerine geri dönmeleridir, ancak bunu yapabilmek için bu insanların öldürülmeyeceği, huzurlu, güvenli bir bölge oluşturmamız gerekir. Uluslararası toplum Suriye hakkında karar alanları ikna etmelidir." AB'nin bu süreci zorlaması gerektiğini söyleyen Bağış, şu uyarıyı da yaptı:
"AB'yi yönetenlerin bilmesi gereken bir şey daha var; İdlib'deki insanlar güvenli olamazsa, Paris'teki insanlar da güvenli olamaz." Eğer AB ülkeleri bu fırsatı yeni bir siyasetle tersine çevirmezse, birçok ülkede iktidarlar devrilir ve Avrupa küresel çağın "hasta adamı" olur.