İdlib'de 33 askerimizin şehit edilmesi, Astana-Soçi ile başlayan Türkiye-Rusya ilişkilerindeki bahar havasını "kışa" çevirdi. Rusya'nın neden bunu yaptığı sorusunun tek cevabı da İdlip'i elde tutmak değil. Akdeniz'den Libya'ya uzanan hatta çıkar hesabı yaparak ve büyük oranda da ABD ve AB'nin omurgasız siyasetini fırsat bilerek, ilişki kurduğu tek NATO ülkesi Türkiye'yi sıkıştıracağı hesabı yaptı. Deyim yerindeyse Rus ruleti oynadı.
Aynı sinsi siyaseti bölgede başından beri ABD ve AB de izledi. Onların ikiyüzlü ve bölgeyi kaosla yönetme siyasetleri, bir milyona yakın insanın ölümü ve milyonlarca insanın mülteci olmasıyla sonuçlandı. Bir ülke düşünün, 7 milyona yakın insan ülkesini terk edip mülteci olmuş, bir o kadarı da içeride yer değiştirmiş. Şehirler varil bombalarıyla yakıp yıkılmış, kimyasal silah kullanılmış ama başta dünyanın jandarması olduğunu söyleyen ABD olmak üzere kimse kılını kıpırdatmamış.
Bir önceki yüzyılın hukuk, demokrasi ve insan hakları limanı AB ise mültecilere yönelik insanlık dışı uygulamalarla kendisini var eden o değerleri yerle bir etmiş.
Eğer Türkiye olmasaydı bu, insanlığın, merhametin ölüm ilanı demekti. Tek ülke Türkiye o ilana isyan etti ve milyonlara kucağını açtı. Hem de içeriden ve dışarıdan onlarca saldırıya rağmen. Özellikle de içeriden yapılanlar yaralayıcıydı. Tıpkı "dostun bir fiskesi yaralar beni" diyen o türküdeki gibi.
Başta CHP olmak üzere, muhalefet partileri, başından beri Suriye'nin sürüklendiği iç savaş sürecinin neredeyse tek sorumlusunun iktidar, daha doğrusu Türkiye olduğunu söyleyip durdu. İçeridekilerin gündeminde ne halkını katleden Esad, ne ona destek veren Rusya ve İran vardı ne de DEAŞ ve PKK terörünü destekleyen ABD... Daha vahimi, Türkiye'nin Suriye'ye yönelik siyasetinin karşısına her defasında içerideki muhalefetin çıkmasıydı.
Her şey bir yana İdlib'deki son duruma bakın. Türkiye, İdlib'de 3,5-4 milyon sivilin öldürülmemesi için 2018'den beri çaba harcıyor. HTŞ gibi terör örgütlerini devre dışı bırakmak, silahlardan arındırmak için attığı her adım, ya ABD'nin başını çektiği koalisyon güçleri ya da rejim tarafından sabote edildi, ediliyor. Hâlâ da kimse sivillerin ölmemesi için çaba harcamıyor. Rejimin arkasındaki Rusya, açık açık İdlib'i Grozni gibi yerle bir etmek istiyor. Türkiye buna itiraz ettiği, "sivilleri öldürmeyin" dediği için içerideki muhalefet bile eleştiriyor. Oysa ne rejimin ne Rusya'nın ne de onlarla birlikte hareket eden İran'ın masum sivilleri kurtarmak veya terörden ayrıştırmak gibi bir dertleri yok.
Aslında Türkiye dışında bunu dert eden bir devlet de yok.
Peki, ne olacak?
Rusya ve rejim İdlib'i bombalayacak, ölenler ölecek ölmeyenler de Türkiye'ye sığınacak. 3-4 milyon insandan söz ediyoruz. Bu vahşet değil de nedir? Türkiye'ye hem oradan çekilin deniyor hem de göç olmasın isteniyor. Bu nasıl olacak? Rusya ve rejim İdlib'i bombalarsa insanlar ölecek ve göç de olacak. Bunu birilerinin durdurması lazım. İşte Türkiye bunu yapıyor. Bu yüzden sadece iktidar değil, muhalefet de tarihi bir sınavdan geçiyor. İnsanlığımız, diplomasimiz, siyasetimiz tarihi bir sınavın eşiğinde. Bu eşiği aşmadan, ne güvenli bir vatana sahip olunur, ne de özgürlük, eşitlik, adalet ve merhamet temelli insanlık ailesinin onurlu bir üyesi... Küresel çağın Türkiye'sinin, bu zor zamanları da aşarak bu iki hedefe ulaşan ilk ülkelerden biri olacağına yürekten inanıyorum.