Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün geçmişle kıyaslanmayacak "cesur" çıkışlar yapması şaşırttığı kadar, soru işareti de yarattı. O işaretlerin başında da Gül'ün Gezi'yi sahiplenmesi geliyordu. Buna darbe söylentileri yayan Rant Corpation'ın "muhalefet partilerini çeşitlendirin" mesajı vermesi ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun partisini "siyasi temizlik"le dikensiz gül bahçesine çevirmesi eklenince yeni dönemin siyasi silueti de ortaya çıktı.
Tabloda Gül-Kılıçdaroğlu ikilisi var. Bu yeni siyaset mühendisliği Gül destekli Ali Babacan'ın partisinin devreye girmesiyle start alacak.
Başarılı olup olmayacağı, Babacan parlatıldığı için "Millet İttifakı'nın MHP"si olmaya zorlanan Akşener'in biçilen bu role rıza gösterip göstermeyeceğine bağlı.
Ama şu çok net: PKK'yla ilişkisini kesmeyen HDP'nin de içinde olacağı yeni ittifakta buluşanlar, tesadüfen bir araya gelmiş değil. Tablo son 70 yılda "sürülen tarlalar"ın ortak paydası gibi.
Şimdi biraz geriye gidelim ve yakın tarihte ortak payda var mı yok mu ona bakalım. Ve söze, Gül'e son röportajında sorulan şu soruyla başlayalım:
"2007'deki cumhurbaşkanlığı adaylığındaki kriz sırasında, seçimlerden sonra AK Parti'nin sizi tekrar aday göstermek istemediği ama sizin inisiyatif alarak aday olduğunuz yazıldı. Onun doğrusu nedir?"
Gül, atılan pası hemen gole çeviriyor:
"O zaman parti içerisinde ve dışarıda çeşitli kulisler ve telkinler yükselmeye başlayınca ben tabii ki milletin gösterdiği istikameti görmezlikten gelemeyiz diyerek basın toplantısı yaptım. Adaylığımı açıkladım."
Yani kimse beni aday yapmadı ben aday oldum. O günleri sıcağı sıcağına yaşayanlar bilir, müthiş gerilimli günlerdi. AK Parti'nin cumhurbaşkanı seçtirmemesi için her şey yapıldı. Önce "Tehlikenin farkında mısınız?" diyenler cumhuriyet mitingleriyle sokakları inletirken vesayetçiler de boş durmadı; Yargı 367 garabetini uydurdu, TSK da "sözde değil özde laik" cumhurbaşkanını dayatan 27 Nisan e-muhtırası verdi.
O günlerde demokrasiyi aklına getirmeyen, "Eşi türbanlı cumhurbaşkanı istemiyoruz" diyen aktörlerden biri de gazeteci Tuncay Özkan'dı. Şimdi CHP Genel Başkan yardımcısı Özkan, o günlerde Kanaltürk televizyonunun da sahibiydi. Kanalının en önemli programının daimi konuğu ise bugünkü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'ydu.
Nerden nereye... Şimdi onlar Abdullah Gül'le yan yanalar. Özeleştiri gibi bir dertleri olduğunu sanmıyorum ama yine de şu soruların cevabını merak ediyorum.
Gül, daha cumhurbaşkanı adaylığını açıklamadan gazeteci Tuncay Özkan aracılığıyla Genelkurmay İkinci Başkanı Ergin Saygun'la görüştü mü? O görüşmede Saygun'un; "Size karşı değiliz, biz asıl Erdoğan'a karşıyız. Siz aday olabilirsiniz?" dediği doğru mu?
Bugün kurulan ilişki o günlere dayanıyorsa manidar değil mi? Özkan, sadece o dönemde değil ondan önce ve sonra da siyasi, askeri ve istihbarat aktörleriyle derin ilişkileri olan etkili bir gazeteci. İlginçtir; sahibi olduğu Kanaltürk televizyonunu da tam o günlerde bugünkü adıyla FETÖ olan cemaate sattı. F-Tipi'ne yapılan bu satış, sadece yandaşlarını değil herkesi şaşırtmıştı. Bu yüzden merak ediyorum, bu ticari ilişkinin kurulmasında bugün adı geçen siyasi aktörlerin etkisi oldu mu?
Eski gazeteci yeni siyasetçi Özkan, bugünlerde CHP içinde yaşanan "siyasi temizlik" operasyonun da etkili isimlerinden biri. Ne kadar etkili olduğunu da CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce ima yoluyla anlatmıştı:
"CHP içinde çete var. Bu çete her işte var."