Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un başlattığı tartışma, FETÖ'ye karşı mücadeleye yeni bir ivme katmadığı gibi var olan kutuplaşmayı daha da derinleştirdi. Bunun için sadece 15 Temmuz'daki direnişi "kontrollü darbe" diyerek itibarsızlaştıran CHP yönetiminin bu yaklaşıma dört elle sarılmasına bakmak yeterli. Bu yaklaşımda problem var. Çünkü hâlâ Ergenekon veya Balyoz tezgahıyla yargılanan ve haksızlığa uğrayan askerlerin büyük çoğunluğu içselleştirdikleri "darbeci" zihniyeti terk etmiş değil. Bu yüzden Başbuğ dahil büyük çoğunluk bu bakış açısıyla sivil siyaseti ve Meclis'i, FETÖ'yle aynı kefeye koyarak suçlamakta bir sakınca görmüyor.
Onlara göre, FETÖ hâlâ "irticacı" bir örgüt. Dün de bugün de o örgütün arkasında ABD'nin olması ve CIA'nin bir casusluk aparatı olduğu hiç sorgulanmadı.
Daha önce de yazdım, geçmişe dönüp bakın o tarihlerde muhtıra vermeye kalkan askerlerden hiçbiri, ellerinde bütün istihbarat güçleri olmasına rağmen FETÖ'nün bir CIA organizasyonu olduğu gerçeğini görmedi ve dile getirmedi.
Başörtüsü takıntısı, "sözde değil özde laik" cumhurbaşkanı dayatmaları aslında o yapının işine yaradı. Daha vahimi, o günlerde hem asker içinde hem de onlarla iç içe geçmiş siyasi partilerde "AK Parti daha tehlikeli" görüldü.
Bu bakış açısı Türkiye'de FETÖ belasını büyüttü. Yıllar sonra o yasayı ileri sürmek ise sadece bahane.
Başbuğ, sonradan amacının, "Düzenlemelerden FETÖ'nün istifade ettiğinin ortaya konmasıdır" deyip çark etse de açtığı yol, "siyasi ayak" üzerinden yapılan spekülasyonların zeminini daha da zehirledi. Bunu da FETÖ'ye kol kanat geren "kontrollü darbe" demeyi dilinden düşürmeyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu mal bulmuş mağribi gibi kullanacak.
Kaç şiddetinde eser bilmiyorum ama önümüzdeki günlerde "siyasi yalan rüzgarları" bir hayli yoğunlaşacak.
Başbuğ ve darbecilerle yüzleşme Başbuğ'un bu çıkışı birilerinin çok istediği siyasi gerilimi arttırırken yeni bir tartışmanın da kapısını araladı.
Geçmişte kim hata yaptı?
Şöyle yakın tarihe bir bakalım.
Ne geçmiş darbeler, ne de sivil-asker ilişkileri konusunda bugüne kadar, askerlerden ve askerlere yakın siyasilerden samimi bir değerlendirme gelmiş değil. Buna rağmen Başbuğ, bir iki konuda "hata" yapıldığını söylemesi bir adam. Bakın başörtüsüyle ilgili ne diyor:
"Geçmişte hatalar oldu. 12 Eylül 1980 askeri müdahale sonrası ortaya çıkan türban meselesi oldu. Yapılan hata, 18 yaşını dolduran kızlarımızın üniversiteye giderken türban takması konusunda karşı çıkılması, en büyük yanlıştı." Şu tespitte Başbuğ'a ait:
"Dönemin Başbakanı'nın eşinin GATA'ya alınmaması, mezuniyet törenlerine alınmaması yanlıştı." 12 Eylül faşist darbesine bile "darbe" demeyen Başbuğ'un "başörtüsü yasağını" hata görmesi önemli ama yeterli değil. Gelin samimi bir yüzleşme için o yolu açalım. Bırakın geçmiş darbeleri, 28 Şubat'ın, 27 Nisan E-muhtıranın, askeri vesayetin, inkar ve red politikalarının, başörtüsü yasağının nelere mal olduğunu konuşalım.
Tabi yüzlerce yetişmiş askerin mağdur olduğu Balyoz ve Askeri Casusluk kumpasını da konuşalım. Ancak o zaman gerçek yüzleşme olur.
Ama şu gerçeği de kabul edin; AK Parti "dindar" bir cemaatin eli kanlı bir terör örgütüne dönüşmesini görmemenin hatasını ağır ödedi, ödüyor ama hesap sormayı da bildi.
Peki, sizler bu topraklara ağır bedeller ödeten emperyalizmin "bizim çocukları"ndan, daha yakın tarihte kendi içinizden çıkıp başörtülülere zulüm yapan, siyaseti tehdit eden darbecilerle hesaplaştınız mı?