İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Antalya'da uyuşturucuyla ilgili bir toplantıda, terör-uyuşturucu ve küresel güçler arasındaki bağa değiniyor ve şöyle diyordu: "ABD Hazine Bakanlığı, 2009'da terör örgütü PKK'nın lider kadrosunda yer alan Murat Karayılan, Ali Rıza Altun ve Zübeyir Aydar'ı 'Özel olarak belirlenmiş uyuşturucu kaçakçısı' ilan etmişti. Sonra bu ekibe sözde yöneticileri Cemil Bayık ve Duran Kalkan da eklendi. ABD, bunlara ilişkin finansal tedbirleri devreye aldığını da duyurmuştu. Peki, ne yaptı? Aradan 9 yıl geçti ve hiçbir şey yapmadı. Bizimle dalga mı geçiyorlar? Nasıl devletsin sen? Şimdi aynı ABD, 3 terör örgütü üyesini ben arıyorum diye bütün dünyaya ilan ediyor. Ama arkasından da o adamlarla iş tutuyor, Kandil'de pazarlık yapıyor. Kim sizin samimiyetinize inanır."
İçinde yaşadığımız ve nereye evirileceği bilinmeyen 21. yüzyılın belki de en büyük paradoksu bu... Şu manzaraya bakın... ABD gibi küresel bir güç terör örgütlerine karşı çıkma gerekçesiyle bazı ülkeleri işgal ederken, arka planda bizzat o örgütlerle iş tutuyor, "vekalet savaşları" yürütüyor.
Bu yüzyılın en önemli farkı da bu gerçeğin artık saklanamaması... 21. yüzyıl dünyanın birçok yerinde kaosa yol açıyor ama aynı zamanda soğuk savaş döneminde gizli kapaklı yürütülen kirli ilişkileri de açığa çıkartıyor. Artık o methiyeler dizilen "hür dünya" lideri ABD'nin, nasıl kirli bir network'e sahip olduğu biliniyor. Daha doğrusu ABD de bunu saklamıyor. Çünkü dün istihbarat örgütlerinin yürüttüğü kirli ilişkiler için bugün apoletli apoletsiz "özel temsilciler" görevlendiriyor.
Hatta o kirli ilişkilerde kullanılan aktörleri ABD'nin en tepe yöneticileri, yargısı açık açık koruyor. Bu gerçeği sadece ABD-PKK ilişkisinde görmüyoruz. Pensilvanya'da mukim FETÖ elebaşı Gülen'e nasıl sahip çıktıkları ortada. ABD onca belge ve bilgiye rağmen hâlâ FETÖ meselesini görmezden geliyor.
Aslında ABD-DEAŞ ilişkisi de farklı değil. Hiçbir meşru devlet ABD kadar, terör örgütü ilan ettiği DEAŞ gibi vahşi bir örgütle açık ilişki kurmamıştı. Resmen ortak çalışılıyor. İçişleri Bakanı Soylu, küresel güç-uyuşturucu ve terör ortaklığının Suriye'de nasıl hayata geçirildiğini bakın nasıl anlattı:
"YPG'nin, PKK'nın şubesi, hatta bizatihi isim değiştirmiş hali olduğu biliniyor. Buna rağmen hâlâ birtakım siyasi manevralarla bu örgüte para, silah, eğitim desteği devam ediyor. Birbiriyle savaştığı iddia edilen DEAŞ ve PKK, YPG sahada organize suç konusunda gayet de güzel işbirliği yapabiliyor. Bütün bu fotoğraftan anladığımız şudur ki; uyuşturucu ticareti, bugün yaşanan vekalet savaşlarının başat aktörüdür."
***
CHP ÖRGÜTÜ ANKARA'YA YÜRÜYECEK
CHP'nin İstanbul adayı kim olursa olsun sadece ismi değil belirlenme yöntemi de tartışma yaratacak. Bunu da en başta Muharrem İnce yapacak. Aynı şey ilçe belediye başkanları için de geçerli.
Bırakın garanti ilçeleri, CHP'nin kazanamadığı bazı ilçelerde bile kavga şimdiden başlamış durumda. Örneğin İstanbul Bahçelievler... CHP burada seçim kazanamıyor ama örgüt iddiasını sürdürmek istiyor. Peki, yönetim ne yapıyor? O ilçede, kongre yaptırmadığı gibi aday belirlemek için çok övündüğü ön seçimi de yaptırmıyor.
Parti tabanı Dr. Hüseyin Özkahraman'ın ön seçimle başkan aday olmasında ısrarlı. Ama parti yönetimi istemiyor ve başka bir ismin atanacağı söyleniyor. Kongre yapılmamasına "açlık grevi" yaparak tepki veren parti tabanı, şimdi merkezi atama olursa Kılıçdaroğlu'nun adalet yürüyüşüne nispet yaparcasına İstanbul'dan Ankara'ya yürüyecek. Bir sonuç alınır mı bilemem ama kendi örgütünü demokrasi konusunda ikna edemeyen bir yönetim, İstanbul halkını nasıl ikna edecek?