Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington ziyareti toplumu, kimlerin, nasıl gerdiğini göstermek açısından çarpıcı örnek oldu. Gezi öncesinden başlayarak bir kısım medya ve o medyanın "önemli" yazarları hiç bıkmadan ve ısrarla aynı şeyleri yazdı: "Bu kez Obama Erdoğan'la görüşmeyecek" Daha temkinli olanları, "görüşse bile kısa sürecek" dedi ama onların da beklentisi, umudu, Obama'nın görüşmemesi doğrultusundaydı.
Bu aşağılık kompleksi ve özgüven eksikliğinden başka bir şey değildi. Aslında bu, hem muhalefet hem de iktidar çevresinde olan bir duygu. Çünkü her iki kesim de Cumhurbaşkanı Erdoğan- Türkiye birlikteliğinin nasıl bir sinerji yarattığının ve dünya siyasetinde nasıl bir rol oynadığının farkında değil.
Bu bilinse bu kadar düşmanlığa varan savrulmalar da yaşanmaz. Öyle uçlara savrulmalar yaşandı ki, Erdoğan karşıtlığıyla bilinen Cumhuriyet yazarı Aydın Engin bile dayanamadı ve şunları yazdı: "Türkiye'de demokrasiyi, adaleti, özgürlükleri, laikliği, eşit haklı yurttaşlığı savunanların Obama'ya bal gibi umut hatta bel bağlamışlıkları anlamına gelen bu 'görüşmeyecek, kabul etmeyecek, burnunu sürtecek' beklentisinin onur kırıcı olduğuna da kuşkum yok."
Engin, bu uyarıyı yapmasına rağmen ne yazık ki, o "onur kırıcı" havanın etkisinde kalarak aynı yazı içinde şu yalana teslim olabiliyor: "Anlaşılan Obama tatlı sert fırça atmış, basın ve düşünce özgürlüğünün önemine ve değerine işaret etmiş."
O konuşmada, bırakın fırçayı -haddi değilbasınla ilgili uyarı da yok, baştan sona yalan. Bunu Obama da açıkladı. Yalan kısmı bir yana, şu daha onur kırıcı değil mi? Bir solcu yazar, ülkesinin cumhurbaşkanına sahip çıkmayabilir ama emperyalist dediği bir ülkenin başkanının fırça atmasına nasıl itiraz etmiyor? Durum, muhalif olduğunu sanan solcusu, liberali, Kemalisti fark etmiyor, hepsi derin bir savrulma yaşıyor ve iş siyaset eleştirisinden çıkıp, düşmanlığa dönüşüyor. İşin belki de en tehlikeli yanı bu. Bu da olup biteni çarpıtmayı bile makulleştiriyor. Bir siyasetçi- yazar Obama'nın medya konusundaki duyarlılığını "Kürt meselesinde 90'lara dönülmesi" gibi saçma nedenlere bağlayıp şunu söyleyebiliyor: "Türkiye'nin otoriter bir idareye savrulduğunu, demokrasi ve özgürlüklerin ayaklar altına alındığını gören Obama bu yüzden o ifadeleri kullandı."
Hayret, ABD başkanı Türkiye'nin Kürt meselesinde 90'lara dönmesinden kaygılandığı için uyarıyor. Peki, aynı ABD, 90'larda ya da darbeleri yaptırırken de kaygılanıyor muydu? Aslında Türkiye ile ABD arasında hiçbir sorun yok değil, sorun var. Bu da öyle özgürlüklerden ve Türkiye'nin otoriterliğinden değil, tam tersine siyaset üretmesinden, bölgesel duruşundan ve özgüveninden kaynaklanıyor.
İki ülke stratejik ortak da olsa birçok konuda artık farklı düşünüyor. Sadece şu fotoğrafı hatırlayalım yeter. Eylül 2014'te Birleşmiş Milletleri Genel Sekreteri Ban Ki-moon'un yemek davetine Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama, İspanya Kralı 6. Felipe, Güney Afrika Cumhurbaşkanı Jacob Zuma, Ürdün Kralı Abdullah bin Hüseyin ve Mısır'ın darbeci Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi gibi 10'a yakın devlet başkanı çağrılmıştı.
Ama o yemek fotoğrafında bir tek Cumhurbaşkanı Erdoğan yoktu. Nedeni de çok açıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sisi'nin davet edildiğini öğrenince, darbe ve darbecilere karşı tavrının net olduğunu, ilkelerine ters hareket etmeyeceğini ve darbeci Sisi ile aynı masaya oturmayacağını söyleyerek yemeğe katılmıyordu.
İşte görmek isteyenler için önemli bir ayrılık noktası.