Coşkulu, kalabalık, düzenli ve görkemli bir siyasi kongreden, biraz daha sakin ve "resmi" görüntünün hâkim olduğu demokrasinin mabedi Meclis'in açılışına geçiyorum.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün mesajları merak ediliyor.
Meclisin içi, dışarıdaki algının aksine inanılmaz hareketli ve samimi... Belki de ilk günün hatırına bana böyle geliyor. Kiminle konuşsam yüzü gülüyor. Umarım bu iyiye işaret olur.
Ve beklenen an geliyor. Genel Kurul salonuna giriyoruz. Erken gitmemize rağmen "devlet erkânı" hariç bütün yerler dolu... Dolu olmayan yerler de tutulmuş durumda.
Başbakan Erdoğan, bakanlar, siyasi parti liderleri ve tüm milletvekilleri orada.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek kısa bir konuşma yapıyor. Sonra da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül geliyor kürsüye...
Kısa öz ve herkese mesaj veren bir konuşma yapıyor. Biraz dışarı çekilip, tepeden, olup bitenlere nasıl bakılması gerektiğini, eksiğin nerede olduğunu, Türkiye'nin hangi olumlu noktaya geldiğini sesini yükseltmeden anlatıyor.
Adresin Meclis olduğuna siyasi partilerin mutabakatına dikkat çekiyor ve uyarıyor:
"Siyasi partiler demokrasilerin temel unsurudur. Birbirimizin düşünce ve kaygılarına empatiyle bakalım."
Cumhurbaşkanı Gül'ü dinlerken gözüm siyasi parti liderlerini arıyor... Başbakan Erdoğan tam karşımda... Sürekli not alıyor. Kemal Kılıçdaroğlu elindeki kitapçıktan konuşmayı izliyor, Devlet Bahçeli ve Gültan Kışanak ise sadece dinliyorlar.
CHP bölümüne bakıyorum. İki tutuklu milletvekilinin oturdukları koltukta çiçek buketleri var. Cumhurbaşkanı konuşurken milletvekillerinin alkışları da dikkatimi çekiyor... Kimi gazetecilerin özgürlüğüyle ilgili, kimi tutuklu milletvekilleriyle, kimi de Türkiye'nin bölgesine ilham kaynağı olmasıyla ilgili sözlerini alkışlıyor.
Bu manzaraya rağmen bu dönem Meclis'ten beklentiler çok... Yeni Anayasa ve Kürt meselesinde Meclis'in "ezber bozan" bir çıkış yapması Türkiye'nin yürüyüşünü değiştirebilir.
CHP çözümden kaçamaz
Meclis'e gelmişken, dün başbakan Erdoğan'ın CHP'ye Kürt meselesiyle ilgili çağrısının da izini sürüyorum.
Acaba CHP'li milletvekilleri Başbakan Erdoğan'ın çağrısı konusunda ne düşünüyor.
Meclis'in yemek salonunda aralarında Aydın Ayaydın ve Engin Altay'ın da oturduğu masaya gidiyordum.
Kısa bir sohbetten sonra Engin Altay'a Başbakan'a "ne cevap vereceksiniz?" diye soruyorum.
Hiç tereddüt etmeden cevap veriyor:
"Hiç uzatmaya gerek yok, yapılacak şey çok açık. Kürt sorununun çözülmesi gerekiyor.
Biz de gidip bunun çözümüne katkı sunalım demişiz. Şimdi Başbakan bir çağrı yapıyor, bence bu çağrıdan kaçış yok."
"Parti içindeki "ulusalcılar" buna tepki göstermez mi?" diyorum.
Engin Altay eski bir CHP'li olduğunu, cumhuriyet ve laiklik kaygıları taşımasına rağmen CHP'nin çözümden kaçamayacağını söyleyip ekliyor:
"Bir siyasi parti çözüm için var. Hem söyleyip hem çözümden kaçmak olmaz. Risk de olsa doğru olanı yapmalıyız."
Bu konuşmamıza diğer CHP'lilerden de tepki gelmiyor. Dahası Meclis kapısında karşılaştığım eski milletvekili Mahmut Işık'ın söylediklerinde var. "Bu partide ciddi oranda ulusalcı var. Bunlar istemiyor diye bu sorunun çözümünden CHP kaçamaz. Başlangıçta çok oy da kaybedebilir, çünkü bunların çoğu MHP'ye oy verir. Genel Başkan Kemal Bey çözümden yana ama çekiniyor. Riskli de olsa Türkiye için CHP çözüme katkı vermeli..."