Hayır çıkmadık, çünkü unuttuk.
Çok değil, bundan iki ay önce Malatya Çocuk Yurdu'nda yaşanan küçük bedenlerin maruz kaldığı 'işkence' görüntüleriyle sarsılmıştık. İsyan etmiş, gözyaşı dökmüş ve çocuklarımıza sahip çıkacağımızı haykırmıştık.
Sonra ne oldu dersiniz?
Toplumsal hafızamızın ne kadar zayıf olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Ve biz Malatyalı 34 çocuğu unuttuk. Şimdi nerede, nasıl bir yaşam sürdüklerini kaçımız biliyoruz ya da izliyoruz...
O günlerde konuyu işlerken aynen şöyle demiştik: "Biz çocuklarımızı sevmiyoruz."
Ve şöyle devam etmiştik: "Öfkemiz de üzüntüden çok, vicdan azabından." Çocuklarımızla ilişkimiz bu kadardı. Öfkeleniyoruz, vicdan azabı çekiyoruz ama sonra o çocukları unutuyoruz.
Malatyalı 34 çocuğun öyküsü de böyle oldu.
Önce günlerce o çocuk bedenlerin yaşadıkları dehşeti izledik. Sivil toplum örgütleri, siyasi kurumlar ayağa kalktı, kimi yurt kapılarına dayandı, "Ne olur bir kerecik göreyim" dedi. Sonra devlet o küçük çocukları Malatya'dan alıp İstanbul'a Semiha Şakir Çocuk Yuvası'na getirdi.Şimdi orada yeni bir yaşama alışmaya çalışıyorlar.
Peki biz ne yapıyoruz? Onların nasıl yaşadığını, ne yaptıklarını, neye ihtiyaçları olduğunu içimizden kaçı merak etti?
Hadi geneli bırakalım, siz merak ettiniz mi?
Etmediğiniz kayıtlardan belli. Kayıtlarda 70 milyonluk Türkiye'den, onca sivil toplum örgütünden, siyasi kurumlardan sadece bir yardımseverin o yuvaya gittiği yazıyor.
Şimdi gelelim orada yaşananlara.
Prof. Dr. Bengi Semerci Malatya'dan gelen 34 çocukla yakından ilgilenen bir uzman. Orada son iki ay içinde ne olduğunu şöyle anlatıyor:
"Bunlara sağlıklı bakılması için sabah ve akşam her gruba dörder bakıcı anne, en az ikişer de eğitimci gerekiyor. 12 personele ihtiyaç vardı."
Profesör Semerci, şu gerçeğin de altını çiziyor:
"Bakıcıların hemen alınması gerekiyordu ama bu bürokratik açıdan zaman alırdı. Bunun için dışarıdan sözleşmeli eleman alındı. Güvencemiz şuydu: Vakıf, dernek herkes ayaktaydı, 'Bu çocuklar için her şeyi yaparız' demişlerdi. Buradan destek gelir diye güvendik, elemanları aldık."
Topluma güvenen yuva yöneticileri bir süre sonra tam anlamıyla şoke olacaklardı. Bu 'şoke' durumunu Semerci şöyle yorumluyor:
"Geçen ay yeni çalışanların maaşlarını ödeyemedik. Vali Muammer Güler, birtakım farklı fonlardan ücretleri ödedi. Toplumdan ise sadece bir yardımsever destekte bulundu. Ama o kadar kıyamet koparan dernekler, sivil toplum örgütleri ortada yoktu. Oraya gelip 'Bir kerecik göreyim' diye isteklerde bulunan insanların hiçbiri iş yapmaya gelince ortada görünmedi."
İşte bizim gerçeğimiz. 12 elemanın ücretini ödeyemeyen bir sivil toplum. Toplum olarak bu dayanışmayı gösteremiyorsak, çocuklarımız için gözyaşı dökmemizin anlamı var mı?