Bu yazıda meslektaşlarımdan özür dilemek istiyorum.
Çünkü geçtiğimiz hafta iki konuda yanılmış olabileceğimi fark ettim.
Bir: Aslında uzmanlaşma bizim zannettiğimiz kadar önemli değilmiş. Muhabirler haber yaptıkları konu hakkında bilgi sahibi olmasa da olurmuş.
Sabah'ta da yayımlanan İlk Yerli Anakart 18 Yaşındaki Girişimci Tarafından Üretildi haberinde olduğu gibi:
"Bilgisayarın tüm iç ve dış donanım birimlerinin üzerindeki bağlantı portlarına bağlandığı, elektronik devre elemanlarının bulunduğu, bilgisayarda en temel parça olan anakartta ilk yerli üretime, Bursa'da Ferit Borku imza attı. Projeye henüz 16 yaşında başlayan Borku, ortağıyla birlikte şirket kurarak Ulutek Teknopark'ta çalışmalarına başladı. Yaklaşık 2 yıllık çalışmanın ardından ilk yerli ve milli anakartı ürettiklerini anlatan Mikro Aygıtlar Limited Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Borku, şirketinin kurulumundaki ana temasının Türkiye'de yerli ve milli anakart fabrikasının kurulması olduğunu ifade etti." Eğer bu haberi yapan ajans muhabiri ve Sabah'ta yayımlanmasına onay veren editörler teknoloji okuryazarı olsalardı ana kart üretmenin o kadar da kolay olmadığını, milyarlarca liralık yatırım ve ciddi bir insan kaynağı gerektirdiğini, bileşenlerini tek tek üretmenin yıllar alacağını bilirlerdi.
Dolayısıyla kendilerine anlatılanlara şüpheyle yaklaşır ve yayımlamazlardı.
Haber yayımlanmasaydı konuya vakıf olan okurlar tepki göstermez, haberde sözü edilen hadisenin de bir dolandırıcılık vakası olabileceği anlaşılmazdı.
Nitekim Güneş gazetesinin haberiyle ortaya çıktı ki:
"Tek bir parçasını bile üretmediği sahte projesiyle Bursa Ulutek Teknoloji Geliştirme Bölgesi'ne girmeyi başaran Borku, kendisini deha olarak göstermenin yanı sıra devletten hibe desteği istedi. Sözde AR-GE harcamaları için 436 bin TL'lik naylon fatura kestirdi.
Hatta sözde özgün tasarımını, gözlemci akademik heyetten onay alarak "teknolojik ürün" şeklinde tescillettirmeyi bile başardı. Ancak söz konusu anakartın Çinli teknoloji devi Dianjitek firmasına ait olduğu tespit edildi."
Arama motoru!
Geliyoruz ikinci meseleye...
Öteden beri çeşitli vesilelerle meslektaşlarımızı 'arama motoru gazeteciliği' dediğimiz çalışma tarzından uzak durmaya çağırırız. 'Yalnızca internette bulduklarınıza dayanarak haber yapmayın, işin künhüne vakıf olmaya çalışın' deriz.
Görüyorum ki biraz haksızlık etmişiz. Bu haberi yapan, yayan arkadaşlarımız arama motorunu kullanmaya dahi lüzum görmemişler.
Görüştükleri kişi ya da ürettiğini iddia ettiği ürün hakkında üstünkörü bir tarama dahi yapmamışlar.
Yapsalardı TEOG 1'inciliği dahil pek çok şaibeli meselenin vaktiyle gündeme geldiğini fark edecek ve haberi yayımlamadan önce bir durup düşüneceklerdi.
İşte o zaman da yine bu 'sahte haber' yapılmayacak ve dolayısıyla bir dolandırıcılık vakası ortaya çıkarılamayacaktı.
Bu yüzden kendilerine teşekkür ediyorum fakat aynı hataları tekrar tekrar yapmamalarını ümit ederek.
Çünkü malum özlü sözde de ifade edildiği gibi: 'Gerçek ayakkabılarını giyene kadar yalan dünyayı dolaşabilir.'
Her zaman bir düzelten bulunmayabilir.
***
SÖZ OLA!
Değerli adliye muhabiri ve değerli editör arkadaşlarım!
Kelime seçimi önemlidir.
Özellikle karmaşık hukuki süreçler söz konusu olduğunda.
Yanlış bir kelime ya da tamlama anlamın ve bağlamın değişmesine yol açabilir.
İstihbarat Servisi'nden Ali Öztürk tarafından yapılan ve 4 Eylül, Salı günü Günaydın'da yayımlanan haberde olduğu gibi.
İlk sayfadaki başlık:
Mahkeme Son Kararı Verdi. Sunal Ailesine Telif Yok.
İç sayfada ayrı bir başlık:
Beş Yıldır Devam Eden Telif Davası Sonuçlandı.
Avukat bir okurumuzun da uyardığı gibi, 'nasıl sonuçlanmış' diye baktığınızda davanın aslında sonuçlanmadığını görüyorsunuz.
Şöyle ki: İlk derece mahkemesi bir karar vermiş, Yargıtay bu kararı bozmuş, bunun üzerine ilk derece mahkemesi kararında direnmeyip farklı bir karar vermiş.
Haberde böyle anlatılıyor.
Şu halde, bu bir 'nihai karar' değil, çünkü tarafların halen temyiz hakkı var.
İlk derece mahkemesinin Yargıtay'ın belirttiği yönde bir karar alması da durumu değiştirmiyor. Hatta Yargıtay bu ikinci kararı onasa bile istisnai bir yol olan 'tashih-i karar' hakkı var.
Diğer süreçlere hiç girmiyorum bile.
Kim, tam olarak ne yazmış; kim bunu nasıl değiştirmiş, neler eklenmiş ya da çıkarılmış konusuna da burada girmeyeceğim ama kesin olan bir şey var: Henüz yargı süreçleri sonuçlanmamış; iş bitmemiş, mesele kapanmamış. Yani bu başlıklar ve haberin sunulma şekli hatalı.
Arkadaşlarımızdan kelime seçimi konusunda daha dikkatli davranmalarını rica ediyorum.