Başbakan'ın açıkladığı "Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı", kadına çok boyutlu ve gerçek pozitif ayrımı gündeme getiriyor. Zira kadına "çalış" demek kolay ama kadına bu ortam sağlanmadan, pozitif ayrım olamıyor. Nüfusun dinamik yapısının korunması ise günümüz dünyasında hayati öneme sahip konuların başında yer alıyor.
Kendisi dışındaki ulusların aşırı çoğalmasına daima kuşkuyla bakan Batı, gelişmiş ekonominin doğal bir sonucu olarak artık ürememeye başlayınca, şimdi çareyi yeniden nüfus artışını özendirici uygulamalarda buldular.
2050 yılı itibariyle dünya nüfusunun % 60'a yakın kesiminin hızla üreyen Asya'da, % 4,4'lük bir kesiminin de Kuzey Amerika'da yaşayacağı tahmin ediliyor.
10 yıl sonra dünya nüfusunun 9 milyara çıkacağı tahmini yapılırken bu telaş niye? Aslında sorun şu; İlave 2,5 milyar insanın kim olacağı… Fakirler mi yoksa zengin ülkeler mi daha hızlı çoğalacak?
Türkiye, hala Batı ve içimizdeki sözcüleri tarafından nüfus artışı konusunda "baskı altında tutulan" ülkelerden biri… 20 yıl önce %2,1 olan oran,% 1,3'lere geriletildi. Bir bakıma nüfusumuz durağanlaştırıldı ve şimdi bunu değiştiriyoruz.
Avrupa Birliği'nin Türkiye üyeliği konusundaki en büyük çekincelerinden biri olarak hala nüfusun gösterilmesinin ardında ise, yaşlanan üremeyen Avrupa'nın "Genç Türk İstilası" kaygısı var.
Bana göre Türkiye'nin, nüfus artışı törpülemiş durumda ama şimdiki doğurganlık oranıyla dünya ortalamasını yakaladı. Fakat bu yetmez, ailenin ve dinamik nüfus yapısının geliştirilmesi gerekiyor.
Ya Avrupa gibi zenginleşip yaşlanacağız. Ya da nüfusun durağanlaşması tuzağına düşüp, yeterince zenginleşmeden yaşlanacağız. Son paket; dinamizmiyle zenginleşip sonra yaşlanan ülke olmamıza hizmet ediyor.