Ekonomik suikastın artçı dalgalarının geleceğini bekliyorduk. Borsayı indirip dövizi çıldırtan adımları, yabancı sermayeyi tedirgin etmeye doğru genişleyeceğini de... Hatta bir sonraki aşamada yurtdışı finansal tiranlarla ortak çalışan bazı bankalardan, kredi yenilememe, geri çağırma adımları da beklenebilir.
Seçim ortamında sandığa giden ülkede ekonomi üzerinden halkı tedirgin etmek, tanıdık bir eylem... Daha önce defalarca yaşadık. Ancak bu süreçte iktidarı zora sokmak adına ekonomide yol açılan hasarın boyutu daima küçümseniyor.
90'lı yılları hatırlıyorum. 1994, 98 ve 99 krizlerini... Yüksek reel faize göre ayarlanmış yapılar, ülke kaynaklarını, haklı gerekçe olmadan dışarıya transfer ediyordu. Bu yapının yerli işbirlikçileri, devletine vergi takmayı marifet sayanları bakan dahi yapmıştı.
Yüksek faiz ortamının ülkeyi yerinde saydırdığı 90'larda, sanayici bile asıl işini bırakmış, repocu olmuştu. 2001 krizine doğru sürüklenen ülkede İSO 500 araştırmasında "faaliyet dışı kâr" oranı %92'ye çıkmıştı.
O dönemde Türkiye kazanmadı ama ülkenin dinamizmi, KOBİ'lerin gayretlerini sömüren yapılar fazlaca semirdi. 28 Şubat sürecinde OYAK'ın 3'üncü büyük holding olması, tesadüf değildi. Ancak el parasıyla düğün dernek yapanların arkasını birileri toplamalıydı. Bunu da halk ödedi ve 2001 krizi ile yüzleştik.
FED'in ucuz finansman dönemini döndüren daralma politikası, Türkiye gibi ülkelerden kaynak çıkışına yol açıyor. Bunu bekliyorduk ancak hazırlık yapmayı "son dakikaya" bırakma alışkanlığımızı da terk edemedik. Bugün ekonomi üzerinde yoğunlaşan operasyonların Türkiye'ye; tıpkı 90'lardaki gibi dev kayıplar yaşatmaması için yeni tedbirler geliştirmek şart.
Türkiye eski Türkiye değil ama düşman da eskisinden daha donanımlı...