Küreselleşmenin gezegeni küçülttüğü, bilgi ve iletişim teknolojilerinin de her ulusu bir diğerine bağladığı günümüzde, "uluslararası" kavramı da anlam değiştiriyor. Ulusların arasındaki dinamikleri kavramlaştıran kelime yerini yavaş yavaş supranational (uluslarüstü) ifadesine bırakıyor.
NATO, karşıtı Varşova Paktı'nı kaybedince kendini ulusların üzerinde bir konumda pozisyonlamaya başladı. Artık tek derdi müttefiklerine saldırı değil, kirli paradan çocuk pornosuna dek uluslarüstü sorunlar.
Dünya Ticaret Örgütü, MAI'den (çok taraflı yatırım anlaşması) tahkime, gümrük vergisinden ticaret iklimine dek uluslarüstü sorunları kendine dert edinmiş...
Dünya Bankası ve IMF, krizlerin de etkisiyle, uluslararası kimliklerinden sıyrılıp uluslarüstü yaptırımların sahibi olma derdinde... Greenpeace, gezegene yeşil barış getirebilmek için, Boğazımızda tanker spreyliyor, Amazon'da yağmur ormanını kesenlerle savaşıyor, uluslarüstü rollere soyunuyor.
Merkel bile, zordaki komşumuza mali yardım yaparken, AB üyesi gibi değil, AB'nin hatta ulusların üzerindeymiş gibi davranıyor; "seni borç komiseriyle yönetelim" teklifi getirebiliyor.
Bana göre bu durum, gücün el değiştirme sürecinden başka bir şey değil. Düne kadar kendi sınırları içinde at koşturan uluslar, aynı gezegeni kullanıyoruz gerekçesiyle, uluslarüstü kurumların "yaptırımlarıyla" karşı karşıya.
Çevreyi kirleterek üretim yaparsan, tepene biniyorlar. Karbon salınımının hesabını veriyorsun. Yağmur Ormanları'nın sahibi Brezilya olabilir ama kullanımına uluslarüstü kurumlar karar veriyor.
Yakın geleceğin, ulusların kendi aralarındaki geleneksel çatışmaları kadar "ulus devletler" ile uluslarüstü kurumların "güç el değiştirmesi" mücadelesine sahne olacağını söylemek, artık kehanet olmayacak.