Aslında değişen fazlaca bir şey yok. Başımıza gelenlerin çoğu gelişmenin yol öyküsü. Hayatımıza giren her yeni standart, buna karşı direnenleri ikna etmeyi gerektirdi. 1980 öncesi, yerli malı yurdun malı diye çırpınıyorduk. Aslında yurdun olmayan mal da pek yoktu. Sonra dışa açık büyüme sürecinde, küresel kalite standartlarıyla karşılaştık. Bunlara direncimiz, bize zaman ve para kaybettirdi.
Kayıp Yıllar dediğim 1990'larda, AB sürecinde bizden istenenleri hep "dayatma" diye küçümsedik. Zira önerilenler, müşteriye saygı, yurttaşa hizmet, açıklık, şeffaflık, yönetişim gibi yüksek standartlardı. CE belgesini dahi "maliyet" diye dışlamayı denedik fakat malımızı almadıkları için benimsemek zorunda kaldık.
2001 kriziyle Türkiye, düşük enflasyonda yüksek kalkınma yoluna girdi. Şükür ki bu süreçte ülkeye bir Türkiye daha kattık. Ancak geldiğimiz noktada bize söylenen yeni şeyler var. Misal, halkını zehirlemeyeceksin, gıda güvenliğine özen göstereceksin. Misal, ortağını dolandırmayacak, tedarikçine kazık atmayacak, müşterine yalan söylemeyeceksin. Haa bir de şeffaf olacak, sana emanet edilen ülke insanı, kaynağı, doğası ve zamanını iyi kullanacak, hatta hesap vereceksin. Yetmedi, denetime razı olacaksın. Yeni Ticaret Kanunu ile iş yapma kültürünü dahi yeniden tanımlamak durumunda kalacaksın.
Şimdi de gıdalarımızdan kanserojen maddelerin ayıklanma vakti geldiği söyleniyor bize. Bir dizi madde yasaklanıyor, birçoğu sıkı denetime tabi tutuluyor. Amaç, meme kanserinden diğer türlerine dek pek çok alanda gıda güvenliğini bir üst lige çıkarmak! İtirazlar şimdiden başladı. Gerekçe, maliyet üzerinden sunuluyor. Tıpkı şeffaflık ilkesi gereği WEB sitesi zorunluluğunu "KOBİ'lere ek külfet olur" gerekçesiyle değiştirmeye kalkan kurnaz patronlar gibi...
Ben bütün bu dirençleri, malum kurnazlık kültürü gereği "anlaşılır" bulmakla birlikte kabul edilebilir sayamıyorum. Zira Türkiye bir üst lige çıkacak ise bu ligin üst standardını da benimsemek, içselleştirmek, uygulamak zorunda. Bu ligde akıllılara yer var; kurnazlara yer yok!