Yerli teknoloji, yerli otomobil veya yerli malı deyince, "alaycı" üslup takınan bir kesim var. Genelde bunlar, "yurdum insanı...." diye başladıkları fıkralarında, kendilerine "dünya markası" olabilmeyi yakıştıramazlar.
Ben buna toplumsal aşağılık kompleksi diyorum.
Yerli kelimesi ile "teknolojiyi" aynı cümlede kurunca ortaya çıkan bu "alaycılık", aksini düşünüp bölgesinde ve dünyada önemli işler yapmaya soyunanların da cesaretini kırar. Kırıyor zaten. Geçen aylarda görüştüğüm bir tıbbi cihaz üreticisi, dünya piyasasında tepeye soyunan birkaç şirketten biri olmasına rağmen, bürokratından işadamına dek, arkadaşları tarafından alaya alınışını anlatıyordu.
Bu "kültürel bariyeri" aşabilmek için kamuya büyük görevler düşüyor. Biliyoruz ki dünyada teknoloji, kamunun ve askeriyenin talebi, alım garantisi ve büyük siparişlerle gelişebilmiş.
Türkiye, büyük ülke olma yolunda adım atacak ve ihracatımızı şu ucuz niteliksiz halinden çıkaracak ise zaten teknoloji üretene "yerli şartı" karşılığında alım garantisi verebilmeli.
Vermeye de başlıyoruz. Sanayi Bakanlığı'nın "Yerli Teknoloji Şartı", şayet sürdürülebilir bir tutum haline getirilebilirse, çok değil 10 yıl içinde ülkemizin ihraç malı katma değeri, birkaç misli artar.
"İcat çıkarma" diyen, eski köye yeni adet getireni budayan kültürü değiştirmek için Bakan Nihat Ergün'ün sözünü ettiği "off-set" benzeri sistemler ile teknolojisini Türkiye'de üretenlere öncelik verilmesi, sevindirici bir haber.
İcatçılar ile icraatçıları birleştirmeye başlıyoruz galiba...