Uzun bir süre seçim sonuçlarını tartışacağız. Kazanan ve kaybedenlere dair yığınca politik, sosyolojik yorum yapacak, dinleyeceğiz. Ancak sözler uçup gidince elimizde kalan, seçim sürecinde vaat edilen "yakın gelecek" ve bunun "nasıl inşa edileceği" olacak.
Türkiye bu seçimde farklı bir propaganda süreci geçirdi. Polemikleri bir yana bırakırsak akılda kalanlar, projeler ve vaatlerden ibaret aslında. Demokrasiye, Yeni Anayasa' ya dair olanlar dahil bunların tümü, daha iyi bir Türkiye beklentisine yönelikti.
Bu süreçte "proje" kavramı da "çıta" kavramı da nihayet sokağa yansıdı ve halkın diline tutunduruldu. Bu bence harika bir gelişme. Tıpkı 1983 seçimleri sonrası ekonomide yaşanan dönüşümün bizleri borsa, döviz, faiz, kâr ortaklığı, repo gibi kavramlar üzerinden "homos economicus" yaptığı gibi... Bu defa neredeyse herkesin zihninde artık "proje, kaynak, zenginlik" gibi kavramların karşılığı var.
Kanal İstanbul gibi "çılgın" atılımlar, proje kavramının yalnızca zihinlere kazınmasını değil; aynı zamanda "mega proje" çıtasının da yükselmesini de sağladı. Fert başına gelirin artışına paralel olarak zaten giderek daha fazla talepkâr olan seçmen, bu defa "proje olmadan asla" gerçeğini benimsemiş bulunuyor.
Seçim sürecinde Sabah Ekonomi olarak bütün yurdu dolaştık. Anadolu'nun "yenilenen yüzünü" okurlara aktarırken, siyasetin tepesinde söylenenlerin sahada ve tabanda nasıl yankılandığının tanığı olduk. Benim gördüğüm, yanlıca sokaktaki vatandaşın değil, aynı zamanda yerel yönetimlerin de yaklaşımında "kırılmalar" olduğudur.
Bu "kırılma", proje fikrinin tek başına yeterli olmadığı ve ancak bir" iş planı" ile desteklendiğinde hayata geçebileceğidir. Zaten olması budur diyebilirsiniz. Fakat eski lirik alışkanlıklarımızı hatırlayın; tribüne hitaben bir şeyler vaat edersin sonra da terk edersin.
Yenilenen Anadolu'da özellikle KOBİ'lerin kavramaya başladığı iki olgu var:
1- Sıradan adımlarla sıra dışı gelişme olmaz. Bunun için iddialı (belki de bazen çılgın) projeler üretmek şart. Ancak bu sayede yöresel KOBİ'den nitelikli OBİ'ye dönüşülebilir.
2- Projeler her ne kadar çılgın dahi olsa ancak ve ancak "akılcı uygulamalar" ile hayata geçebilir.
Seçimin ardından Türkiye'yi bekleyen "tırmanma şeridi"; alkışlama bitince, aklın yönetimi ve sürdürülebilir gayretlerle tırmanılabilecek.
Hala mazeret uyduranlarımız olsa da bireyler, kurumlar ve şirketlerin; bu tırmanma şeridinde "akla uygun düşen" birkaç zorunlu bariyeri var.
Bunlardan ilki, ölçeğe dairdir ve "küçük ölçekli" işlerle kendini var eden KOBİ'lerin bir sonraki adımında "büyük ölçekli" işler şarttır. Bunun da yolu "birlikte iş yapma" pratiğinden geçiyor. Ortak iş yapma kültürünü biran önce iktidar kılmak, işte bu yüzden son derece önemli.
İkincisi, kurumsallaşmaya dair bariyerdir. Küresel ölçekte başarı ancak küre kitabının gereğiyle mümkün. Dünün küçük aile şirketi, bugünün geniş aile şirketi ile bu işler olmuyor. Hele ki bu şirket, eltilerin ve damatların oyun alanı haline gelmişse, tam uçuşa geçerken dağılıp düşüyorsa...
Lig değiştirmek şart
Tırmanma şeridinin belki de en zorlu bariyeri üretimin niteliğine dairdir. Kilosu 1-10 $'lık mal üreten yapısıyla ekonomimizin "kalıcı tırmanışı" sağlanamaz. Neticede bunu yapan Çin gibi ülkeler, ucuz ve düşük nitelikli katma değer üzerinden gidebilse de Türkiye'nin artık "lig değiştirmesi" şarttır.
Ülkemizi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında görme fikri bize son derece "cazip" geliyor, fakat bunu "bizlerin" gerçekleştireceği gerçeğini unutuyoruz.
Türkiye'nin ufku; "ciro'dan kâr'a" dönüşmek zorunda. Turistin sayısına odaklanan zihinlerin turist başına geliri artırmanın yolunu bulması gerek.
İstihdamı geliştirmeden büyümenin insani gelişmişliğe katkısı olmayacağı gerçeğiyle, patronundan siyasetçisine, çalışanından akademisyenine dek herkesin yüzleşmesi gerekiyor.
Bu yeni dönemde karşılaşacağımız farklı bir olgu; Türkiye'nin bölgesinde ve dünyada "daha da cazip" hale geleceğidir. Burada; İstanbul'un finans merkezi olma gayreti de büyük katkı sağlayacak. Yeni dönemde eğer bunu başarabilirsek küresel anlamda 1 trilyon $'ın dümeninde bizler olacağız. Tırmanma şeridinin enerjisi olacak bu adımın taşıdığı risk; yabancı ortaklıklarda bizlerin "anlaşma kültürü" alanındaki eksikleridir.
Tıpkı seçim sonrası Yeni Anayasa adımı gibi, başta kurumlar olmak üzere firmalar ve hatta yerel yönetimlerin; "daha nitelikli yönetim" vaat eden kendi anayasalarını oluşturmaları şart. Adına ister yönetişim ister kalite deyin, eğer 2023 için dillendirdiğimiz hedeflere varmak istiyorsak, bunu öncelikle zihinlerimizdeki reformla başaracağız.