Rahmetli Özal, Kuveyt işgali ile başlayan Irak ambargosu sürecinde "1 koyup 3 alacağız" demişti. Ancak bize amorti bile çıkmamış, ambargoya uyup, 10 yılda 80 milyar $ zarar etmiştik.
Yalnızca Kerkük-Yumurtalık petrol hattını kapatmamızın zararı, 40 milyar $'ı bulmuş ve bütün bunları sineye çekmiştik.
Oysa bu ambargoyu koyan ülkeler, Irak üzerinden inanılmaz servetler edinmişti. Fransa 18 milyar, Rusya 14 milyar varillik petrol anlaşmaları yapmış Çin de gıda ve inşaat kontratları imzalamıştı.
ABD ve AB ülkeleri Güney'den ballı ticaret yaparken kamyonlarımız Habur sınırından Irak'a "2 ton mazot karşılığında" yalnızca un ve ilaç sokabiliyorlardı.
Peki ya İran? ABD'nin "şer ekseni"ne dahil ettiği İran'a uygulanan ambargolar, bölge ekonomilerine on milyarca $ zarar verirken Bush yönetimi süresinde ABD'nin İran'a ihracatı 10 kat artmıştı. Üstelik ihracatın beşte ikisini, tüfekten uçak gemisi roket fırlatıcısına dek "silah" oluşturmuştu.
1990'larda, riayet ettiğimiz komünist Rusya'ya ileri teknoloji ambargosu sırasında, ABD'nin bu ülkeye sattığı Pentium işlemcili bilgisayarın haddi hesabı yoktu. Ama bügün, elinde tuttuğu BM Güvenlik Konseyi üyeliği, nükleer silah ve ekonomik güç ile bazı ülkelerin hiyerarşi temelli "ambargo dikte dönemi" çoktan tarih oldu. Bunda; güçlenen Türkiye'nin de etkisi var.
İran ve nükleer takas ile üstlendiğimiz riskleri de göz önünde bulundurursak, burnumuzun dibindeki yeni zenginlik alanından mahrum kalmanın bedelini, bir kez daha gözden geçirmekte fayda var.
Oyun; ambargo ile Türkiye'yi yavaşlatmak ve kendi ülkesinin firmalarına ticari üstünlük sağlamakmış gibi geliyor bana.
Bu oyuna gelmek zorunda değiliz.