Zayıfken insan, daha adildir; zira adalete muhtaçtır. Çünkü mağdur edilmiştir; "gücün taşrasına" düşmüştür ve adalet talebi, bu ihtiyacıyla örtüşmüştür.
Zayıfken insan, yaratıcı olmak zorundadır da. Çünkü hayatta kalma repertuarı genişlemiştir, sıra dışı yöntemleri bu refleksiyle daha kolay keşfedebilecektir.
Zayıfken vefalı olmak, işten bile değildir. O zayıflığı yaratan dışlanmışlık ancak "bir güce vefa göstererek" aşılabiliyordur.
Zayıfken dürüst olmak, fazla bir değer ifade etmez. Dürüst kalma zorunluluğu, çok kolay karıştırılır ilkeli ve omurgalı canlı formuyla...
Asıl sınav, insanı gücünde denemektir. Güçlü insan, bu gücü kullanırken gösterir gerçek kimliğini.
Birinin eline "güç" verdiğinizde "zayıflık teflonu" kazınmıştır ve ortaya çıkar "gerçek değer"ler...
Adaletin gerçek testi, "güç"te yatar aslında. Güçsüz adalet zaten acizdir. Güçsüzün adalet talebi, "kendine odaklı"dır ve bir tür "imtiyaz talebi"dir.
Adaletsiz güç ise zulümdür. Gücü eline alanın adil davranması, "çok farklı ve başka bir şeydir" artık.
Bu "başka bir şey", güçlüyken adil davranan, sorumluluğunu taşıyan, kendisi için kurumu için, firması ve ülkesi için fark yaratan "bir şeydir" ve "çok şey"i ifade eder.
Yönetim kalitesini ölçmek, bu dinamikler açısından son derece kolaydır zaten. Neticede yönetici, gücü elinde tutandır. Bu gücü nasıl kullandığını izlemek bile o yöneticinin kalitesini, itibarını, toplumdaki algısını ortaya koyar. Firmaların tepe yöneticileri, gücün "en yüksek deneme noktası" açısından inanılmaz riskli bir yerdir.
Çalışanları, müşterileri, sosyal paydaşları, kamuoyu... Kendisine emanet edilmiş toprağı, zamanı, parayı, insanları ve üretim faktörlerini, yine onlardan aldığı güçle nasıl yönettiği, tepedekinin "denenmişliğini" sunar bize.
Beni gücümde dene.. İşte o zaman "cilalı imaj ürünü" mü yoksa "kalıbımın adamı" olup olmadığım ortaya çıkacaktır.
Kriterleri "gücü denenmişlikten" yola çıkarak oluşturunca, kurumların sürdürülebilirliği daha da güvence altına alınmış olacaktır. Güçlü bir firmanın adalet talebi, yeni yetme bir firmadan daha önemlidir. Güçlü firma, gücünü aldığı topluma karşı sorumluluğunu "yasal yaptırımlar" olmadan nasıl yerine getiriyor?
Mesela sosyal sorumluluk projeleri; gerçekten toplumsal bir hak ve adalet duygusu üzerine mi kurulmuş yoksa "farklı ve sinsi bir pazarlama taktiği" midir?
Çevreyi kirleten birinin "çevre koruma havarisi" kesilmesi, "gücünde denenmişlik" midir?
Yoksa en zayıf olduğu alanda gösterdiği bir tür savunma mıdır?
Çocuk işçi istismarıyla zengin olmuş birinin, çalışma barışından söz etmesi ne kadar inandırıcıdır?
Ya da gücündeyken her türlü herzeyi yemiş bir kamu kurumu tepe yöneticisinin, bu gücü kaybettiğinde "etik iş" havarisi kesilmesi, ne tür bir komedidir?
Mesela RTÜK: Devlet Denetleme Kurulu'nun Cumhurbaşkanlığı sitesinde yayınlanmış raporunu inceliyoruz. İnanılmaz güç aktardığımız RTÜK'ün, elindeki "imtiyazı", İstanbul'daki evine giderken dahi "harcırah" alacak derecede "ileriye" götürdüğünü okuyoruz. Hiç gerçekleşmemiş organizasyonları gerçekleşmiş gibi kamuyu zarara uğratmalar... Zaten evi varken binlerce dolara ev kiralamalar... Mesela 2010 Avrupa Kültür Başkenti: Zaten evine gidip geldiği kentte, "güç aktarıldıktan sonra" kimyası değişen ve organizasyon görevinde "2000 cc üzeri hangi prestij otomobili kiralayacağı konusunda" edepsizce para harcamalar... Güç aktardığımız insanların bu gücü kötüye kullanmalarını "Devlet Denetleme Kurulu" raporları ile belirlemek, bence yeterli olmuyor.
Başka bir şey lâzım. Vicdan, izan, etik veya her neyse... Gücünde denenmişlik, hiçbir kâr kaygısı gütmeden, elindeki gücü "adil, toplum yararı odağında ve öteki'nin var olması için" kullanabilmek demektir.
Eline güç verilmemiş birinin dürüstlüğü, bana göre denenmemişliktir ve fazlaca itibar edilecek bir tutum değildir.
Ancak elinde güç varken ve iktidarında, ikbalinde denenmiş, gücünü; "adil, sorumlu, değer yaratan, iyiliğe odaklı" kullanmış ise "kalıbının insanı" olmuş demektir.
Beni, gücümde dene...
Zayıfken gösterdiğim tutumlara da fazla itibar etme.