Biri çıkıp "yüksek büyüme için ileri teknolojiye dayalı üretim ve inovasyon teşviklerine önem verilmelidir" dese, buna kim itiraz edebilir?
Hele ki bunu söyleyen bir sanayici ise, katma değeri yüksek üretim niyetini açıklar ve bu söz, daha da değerli hale gelir.
Fakat ileri teknoloji ve inovasyon teşviklerine önem konusunu "verilmeli" beyanından gerçeğe taşıdığımızda durum; farklılaşabiliyor.
Eskişehir Sanayi Odası (ESO) Başkanı Savaş Özaydemir'in bu talebi, en azından diğer sanayicilerin de zihninde yer etmesi açısından gereklidir.
Ancak yeterli midir?
Öncelikle ülkedeki teşvik sisteminin "ileri teknoloji" ve "inovasyon" alanını kapsayıp kapsamadığına bakalım: Görünen, hâlâ "ideal" şartlarda olmasa da bu alanda yığınca teşvik olduğudur.Bölük pörçük, çok başlı, sürdürülebilir olmaktan uzak ve bazı bacakları eksik olsa da ileri teknoloji ve inovasyon alanında yığınca teşvik vardır.
Peki o halde sormazlar mı adama "madem teşvik repertuarımız bu kadar geniştir..." o halde ileri teknoloji ve inovasyonda neden nal topluyoruz?
Bir "şey"in var olması ile bunu "hayatla ilişkilendirmek" farklı süreçlerdir.
Yarım asırdır TÜBİTAK'a milyarlar akıttık ama ortaya bırakın Nobel ile taçlandırmayı, dişe dokunur bir teknoloji çıkaramadık. Yasalar ve mevzuatlardaki ileri teknolojiye set vuran bütün maddeleri ayıkladık ama inovasyon alanında hâlâ emekliyoruz.
Hükümet, bakanlıklar, ilgili-ilgisiz KİT'ler ve kuruluş amacı bu işleri yapmak olan yığınca kurumumuzun gayretleri ile milim kıpırdamıyoruz.
Neden?
Bunun temel nedenlerini "kültürel direnç noktalarına" bağlayan yığınca yazı yazdım. Sosyal genlerimizin röntgen filmi mahiyetindeki atasözleri ve deyimlerimizde, "icat çıkarma" veya "eski köye yeni adet getirme" gibi toplumsal reflekslerimizden söz ettim.
Eğitim sisteminin "farklıyı sindirme" alışkanlığının etkisinden bahsettim.Fakat burada ihmal ettiğimi fark ettiğim başka bir alan var. O da ileri teknoloji veya inovasyon konusunda, bizzat bunları yapmakla mükellef olanların "ikircil tutumları"dır.
İkircil tutum derken, teşvik talep edenlerimizin, aldıkları teşvikleri ileri teknolojiye veya inovasyona dönüştürmekten ne anladıklarını kastediyorum. Son 5 yıldır olumlu yönde değişmekle birlikte sanayicinin bu tür teşvikten anladığı; amaca en yaklaşmış şekliyle "ürün geliştirme" olmaktadır.İnovasyon ise sanki başka bir toplumun öyküsüymüş gibi, daima "bir diğerinden" beklenmektedir. Ben buna "gözüyle düşünmek" diyorum. Neticede entelektüel sancısı çekilmiş, hayata geçirilmiş iş fikirlerini, "yaratma" sürecinde değil ama "hayata geçirildikten sonra taklit" alanında inanılmaz bir yetenek (!) sahibiyiz. Bu "ben de isterem" arabeskindeki tutum bizi; şu "muhal"e taşımaktadır: "Devlet teşvik versin ama ileri teknolojiyi de biri benim yerime yaratsın. Yeni iş fikrini de birileri geliştirsin. Ben de bunları alıp, kendi işimi farklılaştırayım."
Böyle bir şey mümkün müdür? Tabii ki değildir fakat teşvik sisteminden şikâyet edenlerin genel "düşünce döngüsü, inovasyon algoritması" tam da budur. Soru aslında çok net; eğer biz yapmaz isek, ileri teknoloji nereden gelecek? Eğer biz düşünmez isek yeni iş fikirleri ve yaklaşımları anlamındaki inovasyon nereden gelecek?
Tam da bunların cevabını oluşturmak için talep ettiğimiz teşviklerin "yetersiz" olduğunu söylerken "mırıldanıp" fakat dile getirmediğimiz "itiraf", bunlardır.
Sanayimizin kilosu 1-10 $ arasında mal ve hizmet üretmekten kurtulup, kilosu 10-100 $'lık mal ve hizmet gamına terfi etmesi, kürede rekabet gücü yüksek Türkiye için kaçınılmazdır.Sorun, bunun yalnızca teşvikle sağlanamayacağıdır.Buna niyet etmiş sanayicilerin varlığı ve bu gibi vizyonerlerin sayısının kritik kütleye ulaşması gerekir. İleri teknolojiyi başkasından alıp iş süreçlerine dahil etme alanında başarılıyız. Hatta bu alanda "gereğinden fazla" ve israf boyutlarında bir iştahımız var.
Fakat iş süreçlerinin ihtiyaç duyduğu (duyacağı) ileri teknoloji, kendi iş yapma kültürümüzün bir parçası haline getirmeden, bu işler olmuyor.
Gözüyle düşünenlerin yapabileceği ancak, komşusunu taklit olabilir.