Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NURULLAH GÜR

Merkez bankası faiz indiriminde perdeyi açtı

Merkez Bankası, son toplantısında politika faizini 250 baz puan indirerek yüzde 47.5’e çekti. Faizin indirilmesi, sıkı para politikasından vazgeçildiği anlamına gelmez. Gelecek yıl Merkez’in işi daha da zor olacak. Para politikasının iletişim tarafı, 2025’te politika faizinden çok daha etkili bir silah olabilir. Para politikasında iletişim ayrı bir sanattır

Merkez Bankası, yılın son toplantısında politika faizini 250 baz puan indirerek yüzde 47.5'e çekti. Piyasalar faiz indirimini bekliyordu. Sürpriz olduğunu kimse iddia edemez. İlk faiz indirimi kararını Ocak veya Şubat 2025'e bırakmayı daha makul görenleri bir ölçüde anlıyorum. Ancak Merkez Bankası'ndan reel ekonominin koşullarını ve psikolojisini dikkate almadan hareket etmesinin de gerçekçi bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum.
Aylık enflasyon rakamlarında hedeflenen seviyelerin uzağında olsak da yıllık enflasyondaki düşüş, çekirdek enflasyondaki gerileme, enflasyon beklentilerindeki normalleşme emareleri ve hizmet fiyatlarındaki katılığın hafif de olsa kırılması gibi gelişmeleri dikkate aldığımızda, faiz indirimlerinin başlaması için bir alan oluştuğunu söyleyebiliriz. Enflasyondaki düşüş istenilen düzeyde gerçekleşseydi, ilk faiz indirimi ekim veya kasım aylarında yapılabilirdi.
Belirli bir aşamadan sonra, faizin seviyesi yerine ölçülü bir parasal sıkılaştırmanın sürekliliği daha kritik ve etkili hale gelir. Merkez Bankası kurmaylarının verdikleri karar, o aşamaya gelindiğini gösteriyor. Merkez Bankası'nın da vurguladığı gibi faizin indirilmesi, sıkı para politikasından vazgeçildiği anlamına gelmez.
Gerçekleşen ve beklenen enflasyon oranlarındaki düşüşü göz önüne alarak faiz indirimlerini gerçekleştirdiğinizde ve bunun iletişimini uygun biçimde yaptığınızda, sıkı para politikasından taviz vermiş olmazsınız. Merkez Bankası'nın kararını bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Gelecek yıl Merkez Bankası'nın işi daha da zor olacak. Para politikasının iletişim tarafı, 2025'te politika faizinden çok daha etkili bir silah olabilir. Para politikasında iletişim ayrı bir sanattır.

MÜCADELENİN YÜKÜNÜ PAYLAŞMAK
Asgari ücret yüzde 30'luk artışla 22 bin 104 TL'ye yükseltildi. Özellikle büyükşehirlerdeki hayat pahalılığı dikkate alındığında, bu ücret artışının yeterli olduğunu söylemek güç. Ancak Türkiye'nin enflasyonla mücadele gibi bir gerçeği de var. Asgari ücret artışı belirlenirken, 2025 yılı için beklenen enflasyona bir miktar refah artışının eklendiğini görüyoruz. Oran belirlenirken gerçekleşen enflasyonun baz alınmaması, enflasyonla mücadelede ücretli çalışan kesimin omuzlarındaki yükü biraz daha artırıyor.
2025'te enflasyonun maliyetinin daha hakkaniyetli biçimde topluma yansıması için enflasyonu asıl körükleyen yüksek gelirli tabakanın talebini frenleyecek vergi ve kredi dağılımı düzenlemeleri yapmak gerekiyor. Maliyet artışlarının geçen dört yıla kıyasla daha düşük oranlarda seyrettiği bir dönemde, şirketlerin fiyat artışlarını daha makul seviyelerde gerçekleştirmelerini sağlamak şart.
Ticaret Bakanlığı çarşamba günü bu konuya ilişkin yaptığı açıklamada "Özellikle asgari ücretteki artış oranını sanki tüm maliyet işçilikmiş gibi fiyatları da aynı asgari ücret artış oranında arttırmaya çalışacak olan mal ve hizmet satıcılarını bir kez daha uyarmak istiyoruz" ifadesi kullanıldı. Denetimlerin bu yıl her zamankinden daha sıkı yapılması elzemdir. Burada her sektörü ve şirketi töhmet altında bırakmamak lazım. Hormonlu fiyatlama davranışlarına yönelen sektör ve şirketler bellidir. Burada iki husus ön plana çıkıyor: İşini düzgün yapan şirketlerle diğerlerinin ayrıştırılması ve hormonlu fiyatlama yapanların üzerine kararlı adımlarla gidilmesi.
Son olarak kamu tarafına değinelim. Kamunun enflasyonla mücadelede örnek olması gerekir. Nasıl ki asgari ücret, gerçekleşen enflasyona göre yeniden ayarlanmadıysa, vergi ve harç bedellerine yönelik yeniden değerleme oranının 2025 yılı için yüzde 43.99 olarak devreye alınmaması ve burada indirime gidilmesi çok önemli bir sinyal etkisi oluşturur. Bunun yanı sıra, fiyatı kamu tarafından yönetilen/yönlendirilen mal ve hizmet grubundaki aylık fiyat artışlarının, manşet enflasyon oranının üzerinde gelmemesine dikkat edilmeli.


KAYBETTİĞİMİZ PUSULAMIZI BULMALIYIZ
Bu hafta Hristiyan âlemi için önemli bir dini haftaydı. Noel döneminde gerçekleşen fiyat indirimleri sosyal medyanın gündemine geldi. Elektronik eşyalardan tekstil ürünlerine kadar birçok ürün kalemindeki pazarlama taktiği temelli indirimlerden bahsetmiyorum. Bu dönemde Batılı ülkelerde, gıda başta olmak üzere temel ihtiyaç kalemlerinde büyük indirimler ve 'üç al iki öde' tarzı kampanyalar düzenlenir. Böylece toplumun her kesiminden ailelerin sofralarının zenginleşmesi sağlanır.
Yanlış anlaşılmasın, derdim Batı'ya öykünme değil. Bizim kültürümüz normalde çok daha paylaşımcı, incelikli ve kapsayıcıdır. Ama bir süredir pusulamızı kaybettiğimiz de bir gerçek. Ramazan gelince pastırmadan hurmaya kadar birçok gıda ürününün fiyatları şişer, Kurban Bayramı yaklaşınca da kurbanlık hayvan fiyatları baş döndürür. Fiyatlama davranışlarında ölçünün kaçması, enflasyonla mücadeleyi en çok zorlaştıran unsurların başında geliyor. 100-120 TL'lik kahveye 205 TL isteyen bir girişimci(!) sınıfı ortaya çıktı. Merkez Bankası ekonomistlerinin bu hafta yayımladıkları bir çalışmanın sonuçlarına göre, 2013- 2022 döneminde fast-food tarzı yemek hizmeti veren mekanlarda fiyat/maliyet ortalaması 1.17 iken, 2024'te 2.08'e kadar çıkmış. Yani bu restoranlar, maliyet artışlarına kıyasla fiyatlarını çok fazla şişirmişler. Enflasyonu düşürmek için para politikasından maliye politikasına kadar çok farklı politika araçlarına ihtiyacımız var; ancak her şeyden önce, rotasından sapmış fiyatlama davranışlarını normalleştirmek için pusulamızı bulmalıyız.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA