Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın yıllık toplantıları bu hafta gerçekleşti. Bu vesileyle IMF, Dünya Ekonomik Görünüm Raporu'nun son versiyonunu yayınladı. Bu tip raporların tahminleri her zaman tutmasa da küresel ölçekte genel gidişata dair verdiği detayların belli bir değere sahip olduğunu söyleyebiliriz.
İki yıldan biraz daha fazla süre uygulanan sıkı para politikaları, ekonomileri yavaşlatsa da önceki resesyon deneyimlerine kıyasla dünya genelinde işsizlik oranları çok fazla artmadı. IMF son raporunda bu farklılaşan etkinin altını çizmiş. Ticaret/teknoloji savaşlarının etkisiyle ülkelerin son birkaç yıldır hacim ve kapsamını artırdıkları sanayi ve teknoloji teşvikleri, sıkı para politikası karşısında istihdamı korudu.
Öte yandan birçok ülkede enflasyon oranları düşüyor. IMF'in raporuna göre, 61 ülkede enflasyon oranları merkez bankalarının hedeflediği seviyeye yaklaşmış durumda. IMF, 2022'nin üçüncü çeyreğinde yıllık yüzde 9.4 ile zirve yapan küresel enflasyonun 2025'te yüzde 3.5'e kadar ineceğini tahmin ediyor. Enflasyon oranlarının hedefe yaklaşmasıyla birlikte merkez bankaları para politikalarını gevşetmeye başladı. Faizlerdeki düşüş henüz çok belirginleşmese de küresel faizler, bir yıl öncesine kıyasla gerilemiş durumda.
Bu olumlu gelişmelere rağmen, iktisadi aktivitenin yeterince canlandığını söylemeyiz. Küresel ekonomi halen salgından önceki yirmi yılın (2000- 2019) ortalamasına kıyasla büyüme açısından zayıf bir performans sergiliyor. IMF, küresel ekonomi için bu yıla dair yüzde 3.2'lik büyüme tahmini korurken, 2025'e ilişkin tahminini 0.1 puan aşağıya çekerek yüzde 3.2 olarak açıkladı. Gelişmiş ülkelerin ortalamada yüzde 1.8, gelişen ülkelerin ise yüzde 4.2 oranında büyüyeceği tahmin edilmiş.
Sıkılaşan para ve maliye politikalarının iktisadi faaliyeti yavaşlatan etkisi, Türkiye için büyüme tahminlerini etkilemeye başlamış durumda. IMF, 2024'e dair Türkiye ekonomisi için büyüme tahminini yüzde 3.6'dan yüzde 3'e düşürmüş. 2025'e dair büyüme tahmini ise yüzde 2.7'te sabit tutmuş. IMF'in Türkiye ekonomisine yönelik büyüme tahminleri genelde kötümserdir. Türkiye'nin bu yılı 3.5'e yakın bir büyüme performansı ile kapatma ihtimalinin daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
BRICS İLE YAKINLAŞMAYI "EKSEN KAYMASI" OLARAK YORUMLAMAK YANLIŞ
Bu haftanın bir diğer önemli gelişmesi, Rusya'da gerçekleşen BRICS zirvesiydi. Dünya nüfusunun yüzde 45'ini, küresel GSYH'nin ise yüzde 30'unu oluşturan BRICS topluluğu, küresel ekonomik yönetişimin geleceği için oldukça önemli bir oluşum. Birlik içindeki ülkeler arasında ekonomik yapı ve politikalar anlamında henüz çok ciddi bir uyum yok.
Ülkelerin ekonomik gelişme yolunda kendi içlerinde çözmelerini gereken yapısal sorunları da var. Ancak, BRICS'in küresel pastadan aldığı payın artırdığı ve küresel siyasetteki nüfuz alanını genişlettiği de bir gerçek. Batı'nın Rusya ve Çin'e karşı son yıllarda sertleşen tutumundan BRICS de nasibini alıyor. Batı, BRICS'i bir nevi şeytanlaştırmaya çalışıyor. Türkiye'nin BRICS ile artan diyaloğu, Batı medyasını rahatsız ediyor. Türkiye'nin BRICS'e üyelik sürecini kötülemeye dönük onlarca yayın yapıldı. Öte yandan Batılıların kısa bir süre önce BRICS'e üye olan Birleşik Arap Emirlikleri'ne veya birliğe üye olma yolunda olan Malezya ve Tayland gibi ülkelere karşı benzer sertlikte bir tutum sergilemedikleri dikkat çekiyor.
BATI VE DOĞU ARASINDA SÜRDÜRÜLEBİLİR DENGE
Batılılar, Türkiye'nin BRICS ile yakınlaşmasını "eksen kayması" olarak yorumluyorlar. Bu, oldukça sığ bir analiz. Türkiye ne Batı'ya sırtını çevirebilir ne de yükselen Doğu (ve Güney) ekonomilerini görmezden gelebilir. Türkiye'nin ne coğrafi konumu ve tarihi bağları, ne de ekonomik çıkarları iki blok arasında böyle bri tercih yapmayı anlamlı kılıyor. Türkiye için gerçekçi ve stratejik olan hem Batı hem de Doğu ile ekonomik entegrasyonu dengeli biçimde sürdürmektir.
Bunu sağlıklı biçimde gerçekleştirmek için temelde iki şey lazım: Birincisi, Türkiye'nin makro ekonomik istikrarını yeniden tesis etmek ve böylece dış şoklara karşı ekonominin bağışıklığını güçlendirmek. Makro istikrar, ekonomik meselelerde stratejik bir otonomi kazanmak için olmazsa olmazdır. İkincisi, yerli ve milli teknolojilerin gelişimini hızlandırmak. Türkiye'nin savunma sanayinde yakaladığı ivmelenmenin ne kadar değerli bir kaldıraç gücü sağladığı ortada. Benzer teknolojik atılımların diğer sektörlere yayılması sağlanmalı. Türkiye bunları başarabildiği takdirde diplomasiyi daha güçlü ve etkin biçimde yürütebilir, Batı ile Doğu arasında sürdürülebilir bir denge tutturabilir. Böylece küresel yönetişim ve dünya ekonomisindeki rolünü arttırabilir.