Avrupa Birliği (AB) ekonomisi uzunca bir süredir kan kaybediyor. Artan üye sayısına, ortak para birimine ve genişleyen ekonomik entegrasyona rağmen, AB'nin rekabet gücü sadece ABD'ye karşı değil Çin'e karşı da geriliyor. AB ekonomisinin küresel GSYH'den aldığı pay 1990'ların başından bu yana geçen sürede yüzde 29'dan yüzde 17'ye düştü. Bu gerileme, özellikle küresel finans krizinden sonra derinleşti. Koronavirüs ve Rusya-Ukrayna savaşı gibi şoklar, AB için işleri iyice zorlaştırdı.
Avrupalı liderler AB ekonomisi için bir çıkış yolu arıyorlar. Avrupa Komisyonu, Mario Draghi'den AB ekonomisinin geleceği hakkında bir rapor hazırlamasını istemişti. Draghi'nin raporu bu hafta yayınlandı. Draghi, daha önce Avrupa Merkez Bankası Başkanı ve İtalya Başbakanı olarak görev yapan, hem teoriyi hem de pratiği bilen bir isim. 'Euro'yu kurtaran kişi' olarak da ün yapmış bir iktisatçı.
DÖNÜŞÜMLER VE MEYDAN OKUMALAR
Rapor, AB'nin üç büyük dönüşüm ve meydan okumayla karşı karşıya olduğunun altını çiziyor. Bunlardan ilki, inovasyonu hızlandırma ve ekonomik büyüme için yeni itici güçler bulma ihtiyacıdır. AB, teknolojiye dayalı rekabette geride kalıyor. Çinli şirketlerin Euro bölgesi ihracatçılarıyla doğrudan rekabet ettiği sektörlerin payı 2002'de yüzde 25 iken, şu an yüzde 40'a çıkmış durumda. AB'nin küresel teknoloji gelirlerindeki payı 2013-2023 döneminde yüzde 22'den yüzde 18'e gerilerken, ABD'nin payı ise yüzde 30'dan yüzde 38'e yükselmiş.
İkinci olarak, AB bir yandan ekonomisini karbonsuzlaştırmaya ve çevre dostu yapmaya çalışırken, bir yandan da yüksek enerji fiyatlarının rekabet gücü üzerindeki zorlayıcı etkileriyle boğuşuyor. AB şirketleri ABD'deki rakiplerine kıyasla elektriğe 2-3 kat, doğalgaza ise 4-5 kat daha fazla para veriyor.
Üçüncü olarak, AB'nin kritik hammaddelerde dışarıya olan bağımlığı yüksek seviyelerde. Bu bağımlılık, jeopolitik krizlerin küresel ticareti sekteye uğrattığı durumlarda ekonomiyi zayıflatıyor. Bunun en yakın örneği, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişimi sonrasında yaşandı. AB'nin gerçekleştirdiği ithalatının yaklaşık yüzde 40'ı sınırlı sayıdaki tedarikçiden karşılanıyor; bu ithalatın yaklaşık yarısı ise AB ile stratejik olarak uyumlu olmayan ülkelerden yapılıyor. Yüksek güvenlik risklerinin olduğu durumlarda bu tedarikçilerin yerini hızlıca doldurmak AB için bile kolay değil.
Draghi'nin raporu, AB'nin yılda 800 milyar euroluk ilave yatırım yapması gerektiğini belirtiyor. Raporda ayrıca; AB genelini kapsayacak ortak bir sermaye piyasası oluşturmak, Avrupalı şirketlerin rakipleri karşısındaki ölçek problemini çözmek için AB içindeki rekabet kurallarının yenilenmesi, stratejik ticaret anlaşmaları yoluyla kritik hammaddelerinin temininde sınırlı sayıdaki ülkeye olan bağımlılığın azaltılması gibi önerilere yer veriliyor. Öneriler yerinde olsa da, AB içindeki karar alma süreçlerindeki hantallık ve üyeler arasında azalan eşgüdümden dolayı bu politikaların ne kadarının hayata geçebileceği büyük bir soru işareti.
ABD BAŞKAN ADAYLARININ EKONOMİK PLANLARI
ABD'de başkanlık seçimleri yaklaşıyor. Trump ve Harris arasındaki ilk televizyon münazarası bu hafta gerçekleşti. Münazarada ön plana çıkan konu başlıklarından biri de ekonomiydi. Adaylar ekonomi politikalarına bazı konularda benzer yaklaşsalar da, genel itibariyle büyük farklılıklar gösteriyorlar. Hem Trump hem de Harris Amerikan ekonomisinin Çin'e olan bağımlılığını azaltmayı hedefliyor. Ama önerdikleri yöntemler farklı. Trump, Çin ürünlerine karşı yeni gümrük vergileri getirmeyi planlıyor. Harris'in ekonomi kurmayları ve birçok iktisatçı, bu gümrük vergilerinin faturasının yüksek fiyatlar ve enflasyon olarak Amerikan halkına yansıyacağını düşünüyorlar. Bu yüzden Harris, Amerikan endüstrilerine daha fazla teşvik sağlayarak ve müttefik ülkelerle ticaret ve yatırım iş birliklerini derinleştirerek Çin'e olan bağımlılığı azaltmayı planlıyor.
EKONOMİK KORUMACILIK YÜKSELİŞTE
Her iki aday da stratejik sektörlerdeki Amerikan şirketlerinin yabancılara satılması konusunda tutucu bir tavır sergiliyor. Örneğin, Japon çelik devi Nippon'un US Steel'i satın almasına karşı çıkıyorlar.
Trump, kurumlar vergisi oranını yüzde 21'den yüzde 15'e indirmeyi planlıyor. Yaşlılar için sosyal güvenlik yardımları ve hizmet çalışanları için bahşişler üzerinden alınan vergilerin kaldırılmasını öneriyor. Harris'in vergi planı ise zenginlerden daha fazla vergi almak üzerine kurulu. En yüksek bireysel gelir vergisi oranı ve sermaye kazancı vergi oranını arttırmayı planlıyor. Harris, kurumlar vergisi oranını ise yüzde 28'e çıkarma niyetinde. Trump'ın politika önerilerinin önümüzdeki on yıllık süreçte ABD'de bütçe açığına 5,8 trilyon dolarlık bir yük getireceği hesaplanıyor. Harris için tahmin edilen ilave bütçe açığı tutarı ise 1.2 trilyon dolar.
Trump'ın göçmenlere karşı oldukça sert bir tutumu var. Harris ise göçmenler konusunda daha ihtiyatlı. Yasadışı göçe karşı önlemleri arttırma ve göç politikasını güncelleme yönünde görüş bildirse de yasal göçmenlerin ekonomiye verdikleri katkının farkında. O yüzden Harris, Trump gibi göçmenleri kitlesel biçimde sınır dışı etme gibi önerileri desteklemiyor.
Seçim sonuçlarını öngörmek zor. Ama sonuçlardan bağımsız olarak önümüzdeki dört yılda ABD'nin ekonomik açıdan liberalizmden korumacı ve milliyetçi tarafa doğru kaymaya biraz daha devam edeceği kesin gibi duruyor. 2010'lu yıllardan beri devam eden bir eğilim bu.