Türkiye, 2024'te enflasyonu düşürmeyi hedeflerken bir taraftan da ekonomik büyümede vitesi çok fazla küçültmek istemiyor. Böyle bir denge tutturabilmek için öncelikle üretim maliyetlerinde olumsuz bir sürprizin yaşanmaması lazım. Mevcut koşularda başta enerji olmak üzere emtia fiyatlarında ciddi bir yükseliş beklenmiyor. Bu senaryonun gerçekleşmesi, içeride makro ekonomik dengeler açısından son derece önemli. Ama bu, tek başına yetmez.
AVRUPA'DA MALİ DİSİPLİN SESLERİ
Enflasyonda hissedilir bir düşüş ile yüzde 4'lük (OVP'deki büyüme tahmini) büyümenin birlikte gerçekleşmesi için güçlü bir ihracat performansına ihtiyacımız olacak. Zira enflasyonu dizginleyebilmek için iç tüketimin büyüme üzerindeki ağırlığını azaltmak gerekiyor. İhracatın 2023'te yıllık bazda yaklaşık yüzde 1 arttığını söyleyebiliriz. Resmi rakamları birkaç gün içinde alacağız. Küresel mal ticaretinin büyüme hızına yakın bir performans bu. Gelecek yıl için küresel ticarete yönelik beklentiler daha iyimser. Dünya Ticaret Örgütü, 2024'te küresel mal ticaretinin yüzde 3.3 oranında büyüyeceğini öngörüyor. OVP'nin 2024'e dair ihracat beklentisi, 267 milyar dolar. Bu rakamı tutturabilmemiz için 2024'te ihracat performansımızı dünya ortalamasının üzerine çıkartmamız gerekecek. 2024'ün ikinci yarısında dünya genelinde finansal koşulların bir nebze olsun gevşeyeceği tahmin ediliyor. Küresel iktisadi aktiviteyi canlandırabilecek bu senaryo, ihracata olumlu yansır. Bununla birlikte, şirket ve sektör bazında Avrupa pazarına yönelik 2024 projeksiyonu yaparken temkinli olmakta fayda var. Bu durum, sadece Avrupa ekonomisinin yapısal sorunları ile alakalı değil. Avrupa'da büyümeyi zora sokabilecek konjonktürel meseleler de var. Bunlardan biri de mali kurallarla ilgili.
Hatırlanacağı üzere, salgın döneminde Avrupa Birliği (AB), ekonomiye azami destek sunabilmek için mali kurallarını gevşetmişti. Ancak, birçok AB ülkesinde kamu maliyesi, artan yükü taşıyabilecek durumda değil. Bu yüzden AB Maliye Bakanları, mali kuralların revize edilerek yeniden devreye alınmasına yönelik bir süredir çalışmalar yürütülüyorlardı.
AB şöyle bir ikilemin içinde: Bir taraftan salgın, yeşil dönüşüm, enerji krizi, tedarik zinciri güvenliği, yaşlanan toplum ve teknoloji savaşları gibi kritik meselelere karşı Avrupa ekonomisini güçlendirmek için milyarlarca euroluk yatırımlar lazım. Diğer taraftan ise birçok AB ülkesinde kamu maliyesinin bu yatırımları fonlamaya takati yok. Mali reformu bu minvalde ele almaya çalışan Maliye Bakanları, "Borç oranlarının ve bütçe açıkların kademeli, gerçekçi, sürdürülebilir ve büyüme dostu bir şekilde azaltılması ve dijital, yeşil, sosyal ve savunma gibi önemli alanlardaki yatırımların korunması şeklindeki çerçevenin genel hedefi üzerinde mutabık kaldıklarını" açıkladılar.
Özetle, AB, büyük çaplı ve dönüştürücü nitelikteki yatırımları finanse edebilmek için salgın öncesindeki gibi mali kuralları aşırı sıkı tutmayacak ama salgın sonrasındaki kadar da gevşemesine müsaade etmeyecek.
Bu yaklaşım, uzun vadede rekabet gücünü ve büyümeyi destekleyebilmek adına kısa vadede büyümeden biraz feragat etmek anlamına geliyor. Bu gelişmeler sonrasında, bazı ekonomistler Euro Bölgesi için 2024 yılı büyüme tahminlerini yüzde 1.2'den yüzde 0.5'e çekti. Yeni mali kuralların bir anda büyümeyi bu denli kesip kesmeyeceğini bugünden öngörmek zor. Bununla birlikte, ihracat açısından Avrupa piyasasına yönelik beklentilerde temkinli olmak gerekecek. Dolayısıyla, bu yıl ihracatın büyümeye katkısı arttırmayı hedefliyorsak, Avrupa dışındaki pazarlarda daha aktif olmalıyız.
ÜCRET DİNAMİKLERİ
Merakla beklenen asgari ücret seviyesi, 17 bin 2 TL olarak açıklandı. Son yıllarda asgari ücrette kayda değer artışlar yaşandı. Bununla birlikte, enflasyonun yaşam koşullarına bindirdiği yük, asgari ücretle geçinebilmeyi oldukça zorlaştırdı. Haliyle sabit gelirli çalışan kesim, asgari ücret seviyesindeki bu artışlardan tam anlamıyla tatmin olamıyor. Tabi bir de işin reel sektör bacağı var. Onlar da asgari ücretteki yüksek atışın ihracat pazarlarındaki rekabet gücüne sekte vuracağından endişe ediyorlar. Bu tablo bize iki hususu hatırlatıyor: Birincisi, refah artışının tabana yayılabilmesi için enflasyonu düşürmenin ne derece hayati öneme sahip olduğunu. İkincisi ise, yüksek gelirli ülkeler ligine yükselebilmek için ihracattaki rekabet gücümüzü ucuz işgücüne dayalı olmaktan çıkarıp verimlilik artışına dayandırmamız gerektiğini.
Bunların haricinde Türkiye'de istihdam piyasası ile ilgili dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da ortalama ücret seviyesinin gittikçe asgari ücrete yakınsamasıdır. TÜİK bu hafta Kazanç Yapısı İstatistiklerini açıkladı. Buna göre, yüksek öğretim mezunu bireylerin aylık ortalama kazanç seviyesi, ilköğretim ve ortaokul düzeyinde eğitime sahip olanların ortalama kazancının 1.9 katına gerilemiş durumda. 2006 yılında bu fark 2.8 kattı. Aradaki makasın çok açık olmaması, daha adil bir gelir dağılımı için gereklidir. Ancak, makasın bu kadar sert kapanması da dikkatle incelenmesi gereken bir gelişmedir. Hele ki Türkiye'de ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı yüzde 24.2 seviyesinde iken.