Dayanışma ve işbirliğine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bu gibi zaman dilimlerinde toplumların sosyal sermayesi, dayanışma ve işbirliği ihtiyacının nicelik ve nitelik bakımından karşılanabilmesi hususunda belirleyici olur. Sosyal sermaye; beşerî münasebetleri ve sosyal dokuyu şekillendiren ilişki ağları, kurumsal mekanizmalar ve kültürel normlar olarak tanımlanabilir. Sosyal sermaye; güven, işbirliği ve sivil katılım gibi unsurların üzerinde yükselir. Toplumu bir arada tutma noktasında çimento vazifesi görür. Bir taraftan da sosyal ve iktisadi faaliyetlerin daha etkin yürümesini sağlar.
Tarih, kültür ve din gibi köşe taşlarına bakıldığında ülkemizin sosyal sermaye potansiyelinin yüksek olduğu çok açık biçimde ortada. Ancak, normal zamanlarda bu potansiyelimizin çok azını gerçeğe dönüştürebiliyoruz. Bu da uzun vadeli ortaklıkların kurulamaması, aşırı bürokratik düzenlemelerin yaygınlaşması ve farklı hususlarla ilgili kutuplaşmanın ortaya çıkması gibi sosyal ve iktisadi sorunlara yol açıyor.
İŞBİRLİĞİ RUHU
Türkiye'de zor zamanlarda ise işin rengi değişir. Sosyal sermaye seviyemiz gerçek potansiyeline yakınsar. Sosyal sermaye sıralamalarında sürekli en üstlerde yer alan İskandinav ülkelerinde dahi göremeyeceğiniz bir noktaya ulaşırız. Normal ve zorlu zaman dilimleri arasında bu denli bir ayrışmanın olması ilginç. Bu durumu teoriyle veya endekslerle açıklamak çok kolay değil. Hani derler ya 'nevi şahsına münhasır', bizimkisi biraz öyle...
Deprem bölgesindeki onlarca sivil toplum kuruluşu ve binlerce bireysel gönüllünün göstermiş olduğu dayanışma ve işbirliği ruhu, sosyal sermayemizin zorlu koşullarda nasıl hayati bir fonksiyon icra ettiğinin en büyük delili. Bir hususun altını çizmek gerekiyor: Sosyal sermaye, devlet kapasitesinin bir ikamesi değil, tamamlayıcısıdır. Devlet kapasitesi ile sosyal sermayenin etkileşmesiyle ortaya çıkan enerji, yaraların daha hassas ama bir taraftan da hızlı biçimde kapanmasına katkı sağlamakta.
İŞ DÜNYASINDAN GÜZEL BİR UYGULAMA
İş dünyasından da sosyal sermayenin erdemini ve bereketini ön plana çıkaran katkılar geliyor. "SeferBİR"lik adı altında başlatılan programda depremden etkilenen şehirlerdeki organize sanayi bölgeleriyle (OSB) diğer şehirdeki OSB'ler eşleştirildi. Program dahilinde diğer OSB'ler makine ve teçhizattan tutun da kalifiye elemana kadar kendi imkân ve kapasitelerini deprem bölgesindeki şirketlerle paylaşacaklar. İlerleyen günlerde borsa ve odalar aracılığıyla depremden etkilenen şehirlerindeki KOBİ'lere kol kanat gerecek yeni projeler ortaya çıkacaktır. Bu gibi projelerde hasıla, kâr ve büyüme gibi iktisadi parametreler birincil derecede öneme sahip değil. Asıl amaç, bölgede üretim ve hizmet çarklarının yeniden dönmesini sağlayarak sosyal hayatı biraz daha normalleştirebilmek. Bu husus oldukça kritik; zira iktisadi hayat yaşam emareleri göstermeden sosyal hayatın normalleşmeye başlaması çok mümkün değil.
SOSYAL MEDYANIN FARKLI YÜZLERİ
Maalesef azınlık bir grup, bilinçli veya bilinçsiz olarak sosyal sermayemizin altını oymaya dönük hareketler içerisinde. Bunlar, televizyon ve radyo kanalları aracılığıyla halisane niyetle başlatılan yardım kampanyasını bile itibarsızlaştırmaya çalışabiliyorlar. Özellikle sosyal medya kullanımı noktasında iyi bir sınav vermiyoruz. Sosyal medya, önemli bir teknolojik dönüşüm. Buna hiç şüphe yok. Sosyal medya, çok çeşitli yöntemlerle sosyal sermayeyi güçlendirebilecek bir potansiyele sahip. Deprem sürecinde de sosyal medyanın bu yapıcı etkilerine şahit olduk. Ancak, bir şekilde çoğunluğun sesini bastırmaya çalışan bu azınlık, sosyal medyanın kutuplaştırıcı ve yıkıcı taraflarını sivrilterek sosyal sermayeyi delme girişiminde.
Bilgi ve deneyim sahibi olmadıkları konularda bile insanların sosyal medya üzerinden ahkam kesmeleri ve kendi saplantılarını mutlak doğruymuş gibi başkalarına dayatmaya çalışmaları gerçekten korkutucu. Bu, cehaletten bile tehlikeli bir şey. Zira, cahil olduğunu bilen insanı eğitimle geliştirebilirsiniz. Ama bu içi boş özgüven ve zorbalık ile baş etmek çok zor. Sosyal medyayı kısıtlamak veya yasaklamak gibi uygulamalar tabi ki çözüm değil. Sosyal medyayı, daha fazla sosyal sermaye dostu yapmanın bilimsel ve pratik yollarını aramalıyız. Neyse ki bu tip insanlar azınlıkta. STK'lar ve gönüllülerin ellerinde yükselen sosyal sermayemiz, devlet kapasitesine omuz vererek yaraları sarıyor..